Belirsizlik ve Değişim Günlükleri -6

Birbirini takip ediyor olmasa da önceki günlükleri okuyup buraya geri gelmek isterseniz ben beklerim. Yalnız biraz uzun sürebilir ve bu günlüklerin yanına kahve de iyi gider, baştan söyleyeyim.

Eski blog zamanlarından bir alışkanlık sanırım buraya da hayatından parçalar serpiştirmek. İçimde bir şeyler birikiyor ve ben onları yazmazsam onlar beni yazmam için dürtüklemeye devam ediyor. Yazdığımdaysa onlar artık benden çıkıyor ve başka birilerinin (en klasik haliyle okurların)zihninde yaşamaya başlıyor. Bazı yazılanlar size de iyi geliyor bazıları da şaşırtıyor. Takip etmeye çalıştığım bazı hesaplar var ve satır araları bile bana çok anlamlı geliyor. Onların yazdıkları da benim zihnime giriyor ve böylece yazılan (ve dolaylı olarak da olsa yaşananlar) şeylerin tek bir sahibi olmuyor.

Böyle bir giriş hiç aklımda yoktu ama özellikle “Mantar Pano” ve Günlükler kısmında canım neyi nasıl yazmak istiyorsa öyle hareket ediyorum. Burası blogun arka bahçesi. İçinde evet bazen çöpler de birikebiliyor ama genelde yağmura-kara-çamura rağmen oturabilecek bir alanı var ve bahçedeki ağaçların arasında eskimiş de olsa iş gören minik tatlı turuncu bir hamağı bile var.

Arka bahçe kahvesi ve çileği

Elif ve Okul

Öncelikle buradan başlayayım. Elif’in okulu açılalı haftalar olmuştu ancak biz göndermemiştik sanırım geçen yazıda da bundan bahsettim. Ancak Elif okula gitmek için çok ısrar edince ve okul haftanın iki yarım günü olunca başlattık. Umarım öğrenim hayatı boyunca severek ve keyif alarak gider. Benim okulla ilişkim pek olumlu değildi, çocuğun sınırlandırıldığı ve yaşamın içerisinde değil de yaşamdan kopuk bir algıda ezbere öğretilmeye çalışılan şeylere tepkim bu yüzden sanırım. Hemen herkesten duyduğum birinci sınıf olmaya dair zorluklar ve yoğunluklar geçen seneden beri düşündürüyordu. Ancak pandemi ve uzaktan eğitim ile beraber gelen bu sistemin olumlu yönlerini daha çok gördüm diyebilirim. Bu alanın herkes için eşitlik getirmediğinin farkındayım ancak öncesinde de olmayan bir kavram için yine kişisel çözümlere geçmek görüşündeyim.

Bisiklet Zamanı!

Bu ara en çok ama gerçekten en çok sevdiğim şey bisiklet sürmek. Çoğunlukla iş çıkışlarında eve girmeden önceki -eve girip eşyalarımı bırakıp bisikletimi alıp çocukları babalarıyla bahçede bırakabildiğim- anlarda kısacık da olsa (bazen 10 dakika bazen de 50 dakika) bisiklet sürmek bana çok iyi geliyor. Komşum geçen gün bisiklet sürmeye giderken bana “You need to bike Esra, because of your children and your work.” dedi, ben de gülümsedim. Dışarıdan bakınca iş-çocuk arasında gidip geldiğimi görmüş ve kendim için yarattığım bu anların nasıl rahatlattığını da fark etmiş, ne güzel.

Ben çocukken çok fazla bisiklet sürerdim. (Çocukluğumuza döndüğümüze göre, neler çıkar şimdi buradan 🙂 Ancak şöyle bir fark vardı. Bisikleti sadece damda sürmeme izin vardı. İşlek bir sokak arasındaydı evimiz ve tüm arkadaşlarım sokakta oynayabiliyorken benim tek oyun alanım damımızdı. Orası benim için Gizli Bahçe gibiydi aslında. Çoğunlukla tek olurdum ve duvarla top oynardım. Bazen dedem de olurdu ve gerçekten ondan çok şey öğrendim.

Yaz tatilinde kuzenimin yanına Ankaraya giderken dedem bisiklet sürmeyi daha iyi öğrenebileyim diye otobüsle onu da taşımıştı ve o zaman Eryaman’ın yokuşlarında düşe kalka gerçek anlamda bisiklet sürebilmiştim. Dedemle ilgili en sevdiğim anılarımdan biri de bu. Ve bisiklet, özgürlük alanı yarattığı ve içinde bilinmezliği de beraberinde getirdiği için bence çok önemli bir yere sahip. En azından benim için öyle…

Okumak-Yazmak-İzlemek

Bu ara aldığım ve okuduğum kitapların çoğunu sevdim. Shaun Tan‘ın yeni kitabı çıktı mesela, Şakıyan Kemikler. Bu kelimeyi kullanmakta tereddüt etsem de kitabı tanımlamak için daha iyi bir şey bulamadım: Efsane! Kitap ve hikayeler mi yoksa heykeller mi daha güzel gerçekten bilmiyorum. Almond’un Alevler Arasında kitabını da yenice bitirdim ve hakkında konuşmak istediğim pek güzel yerler not ettim. Morpurgo’nun Kurdun Ağzında kitabı ise bende pek karşılık bulmadı. Tek etkileyici kısım gerçek olmasıydı ki bu etki bile benim için havada diyebilirim. Pluk okuduk Elifle beraber ve bir çocuk kitabı böyle olmalı dediğim nadir kitaplardan oldu benim için. Ah evet, biraz özgürlük!

Listeler yapmaya devam ediyorum blog için ve biraz daha uykusuz kalırsam sağlığım iyi etkilenmeyecek ama ben yine de blogumda olmayı, kitaplardan derlemeler yapmayı ve onların beni götürdüğü yere kendimi bırakıp gitmeyi seviyorum. Birilerinin işine yarayacak mı bilmeden sadece sevdiğim için bir şeyleri yapmak ve bunda mecburiyet hissetmemek güzel. (İşimin tam tersi bir şey bu, ironiye bak.)

Shaun Tan’ın Kayıp Şey kitabı hakkında sayfalar dolusu yazabilecek gibi hissediyorum kendimi ama öncesinde yazmak istediğim başka kitaplar var. Mesela Dilge’nin son kitabı Nöbetçi Oyun Arkadaşı gibi. Gülşah’ın bence büyük bir cömertlik göstererek bana baskısı kesinlikle olmayan Lütfen Anneme İyi Bak kitabını göndermesi ise beni çok mutlu etti. Kitabı çantama hiç koymadan, incitmeden nasıl okurum onu düşünüyorum. Meşe Palamutçularla beraber de Kirpinin Zarafeti‘ni okuyoruz ancak ben ilerleyemiyorum, kitaba henüz giremedim. Böyle zamanlarda elimde anahtar olsa da yanlış kapıyı zorluyormuş gibi hissediyorum.

Ve çok ilginç bir gelişme olarak, çocuklar uyuduktan sonra daha da uykusuz kalarak eşimle dizi izlemeye başladık. Bu, ikimize de iyi geldi. Hangi dizi olduğunu yazsam mı bilemedim, merak eden olursa ayrıca yazarım. Beraber vakit geçirebilmeyi ne çok özlemişiz. Meğerse çocuktan sonra insan sahiden aynı evin içinde eşini de göremediği için özlüyormuş. (Cümledeki boşluk ve tuhaflıkları doldurmayı ve yeniden yazmayı okura bırakıp kaçıyorum.)

Daha Başka?

Astrolojiye ilgim hep çok uzaktandı ve bilgim de pek yoktu. Sonra Eda Ocak‘ın blogu karşıma çıktı. Yazılarını okumak ve şimdilerde podcastlerini dinlemek bana çok iyi geliyor. Astroloji konusuna siz nasıl yaklaşıyorsunuz bilmiyorum, ve bununla çok da ilgilendiğim söylenemez, ancak “falcılık” gibi algılamaktan ziyade ben “evrimsel” görüşleri ve bu alandaki gelişmeleri takip etmeyi sevdiğimi fark ettim.

Acemi Dünyalı Sibel‘den daha önce burada bahsettim mi bilmiyorum. Bundan yaklaşık 3-4 sene önce hesabını keşfetmiştim. O dönem yaşaddıkları ve hayata tutunma halleri, mavi sevdası beni kendine çekmişti. Şimdilerde Youtube için videolar çekiyor ve bunu amatör bir ruhla yapıyor. İlgiyle, severek takip ediyorum. Her şeyin fazla “profesyonel” olduğu bu dünya için alternatif bir kapı bence.

Şimdi dışarı çıkmam gerekmese sanırım daha da yazardım. O halde sizi Keremle baş başa bırakabilirim. Pırtlar rahat yapıldıysa sorun yok bence!

Süper kahraman olmak isteyen Kerem : Baba, süper kahramanlar da pırt yapar mı?
Baba: Tabii ki hem de en kocamanından yaparlar.
Kerem: Oh be, (Ve ardından büyük bir pırt 🙂

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<