Solucanlı Ay

Kitabın hikayesine geçmeden önce, bu kitapla yolumun nasıl kesiştiğini anlatmam lazım. “Her İhtimale Karşı” kitabından sonra Meg Rosoff’un neler yaptığını takibe aldığım bir sırada bu kitap ile karşılaştım. Arka kapakta yer alan “Yılın en iyi kitabı” tarzı ifadelerden pek etkilenmem aslında (hatta bunu yazma ihtiyacında olduklarına göre vasat bir kitap bu diye de düşünürüm) ama kapak görselini görünce ve kitabın konusunu hiçbir yerde bulamayınca merakım iyice arttı.
Birkaç haftalık uzaktan bakışma evresinden sonra kendimi kitabın ilk 30 sayfasında buldum. Elif’i uyuturken karanlıkta okumaya başladığım ve daha ‘normal’ bir kurgu beklediğim için okuduğumdan bir şey anlamadım. Okumaya yeniden, not alarak ve dinç kafa ile başlayınca Standish ve Hector’u Jüniper Gezegeninde kahve içerken yakalandım. Deri ceketli adamların ve karasineklerin buraya giriş izni olmadığını hatırlatmam gerek, o yüzden de ‘saf olmayan’ halimle onlara çalım atarak buraya ulaştım. Bu çabam için bir takdiri hak ettiğimi düşünüyorum. Ama önce bu çabanın ne kadar zorlu olduğunu size de anlatmam gerek.


“Eğer diyorum;
Eğer o futbol topu duvarın ardında kaybolmasaydı,
Eğer Hector onu aramaya hiç gitmeseydi, Eğer karanlık sırrı kendine saklamasaydı, 
Eğer…
O zaman herhalde kendime başka bir öykü anlatırdım.
Görüyorsunuz ya, “eğer”ler yıldızlar kadar çoktur.”

Standish Treadwell, 15 yaşında, dislektik bir çocuk.
Okuyamıyor veya yazamıyor ancak hayal gücünün sınırlarına kimse erişemiyor.
Dedesiyle saf olmayan ırkın bulunduğu 7. Bölgede yaşıyor.

“Bir tarafta düz düşünenler vardır. Diğer tarafta da sen varsın Standish. Hayal parkındaki bir esinti gibisin.”
 
blank
Bu çizimlerle heyecan dozu biraz daha artmış.

Dedesi hikayenin en önemli karakterlerinden biri. Standish ile beraber hayat mücadelesi içerisindeler ancak bu cesur ve gözüpek adamla ilgili ilerleyen satırlarda çok daha fazlasına tanık oluyoruz.
1956 yılının İngilteresinde oldukça karanlık bir zamanda geçiyor bu distopya.

Momo’daki Dumanadamlara benzeyen Deri Ceketliler ve Karasinekler var. Sokağa çıkmak yasak. Hatta birçok şey yasak. Sadece Anavatan Başkanı’nın propoganda çalışmalarına izin var. Ona karşı çıkanlar bir anda ortadan kaybolabiliyor tıpkı Standish’in anne ve babası gibi. Okulda da sadece belirli dersler var ve öğretmenlerin kendi disiplin anlayışlarına kimse ses çıkaramıyor.
Bu ortamda Standish’in saklanması ise hayli güç.

Hem disleksi hem de bir gözü mavi diğeri kahverengi olan bir çocuk.
Sevilmemek için çok sebebi var.
Okulda bu yüzden zor zamanlar yaşıyor ta ki Hector ile tanışana kadar.
Hector bana Truva Savaşlarında Paris’in güçlü ağabeyi Hektor’u anımsattı, yazar bu benzerliği düşünmemiş olamaz 🙂

İşte her şey o “eğer” ile başladı ancak biz bunu kurgunun harika yedirilişinden dolayı epey geç anladık. Ya da şöyle söyleyeyim, ilk okuduğumda Hector’un topun peşinden gitmiş olması hiç umrumda olmadı. Ancak her bir bölümle beraber (toplam 100 bölümden oluşuyor) biraz geçmiş biraz gelecek biraz hayal biraz gerçek olaylarla beraber sonlara doğru resmin tamamını görmeye başladım.
Asıl hikayenin ve kandırmacanın ne olduğundan bahsetmeyeyim, kitabı okuduğunuzda Jüniper Gezegeninde sizi de kahve içmeye beklerim.
Eh bu zahmete değer!

Yazar Sally Gardner’a da 11 yaşında disleksi teşhisi konmuş ve 14 yaşında okumayı öğrenmiş. Sanat okulunu bitirmiş ve bir süre dekor tasarımı, kostüm tasarımı yapmış. Oldukça detaylı bir web sitesi var, diğer kitaplarını da merak ettim.
İthaki Yayınlarının son dönemde okuduğum kitaplarında ne yazık ki redaksiyon ve çeviriyi zayıf buluyorum. Bu kitapta da Standish’in “disleksi” ifadeleri pek verilememişti.

*Disleksi hakkındaki bu filmi izlemek isteyebilirsiniz.

Solucanlı Ay
Özgün adı: Maggot Moon
Yazan: Sally Gardner
Çeviren: Cihan Karamancı
Yaş Grubu: 13+
İthaki Yayınları, 2016, 260 sayfa, karton kapak

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<