Belirsizlik ve Değişim Günlükleri – 12

Son günlüğün üzerinden biraz zaman geçmiş, giden yıl uğurlanmamış hesaplaşmalar yapılmamış gelen yıl karşılanmamış ve işte şimdi tüm değişimlerle beraber buradayım. Bu değişime geçmeden önce 2021’in azıcık hakkını vereyim ve onu sağlimen uğurlayayım istedi canım.

2021’den Kalan

2021 yılında pek çok şey yaşamışım, çaktırmadan notlarıma bakınca daha iyi anladım. Öncelikle kitaplardan bahsetmek istedim. (neden acaba? Bildiğim yer diye mi?) 2020’de başladığım bazı editörlük atölyelerinin devamına ve hatta çocuk kitapları ile ilgili editörlük atölyelerine ve hatta hatta beni en çok heyecanlandıranı lektörlük atölyesine katıldım. Sonunda kısa bir süre lektörlük de yaptım. Belki de sadece yapmaya çalıştım veya yapmayı öğrenmeye çabaladım. Keyifliydi. Uygun ortam ve şartlar olsa yine yapmak isterim.

Bloğum dışında farklı mecralarda da yazılarım yayımlandı. İnsanı gururlandıran bir şey bence bu. Bunun ayrımına ne zaman vardım? Anneme yazıların linkini gönderdikten kısa süre sonra ilkokul öğretmenimin (annemin yakın arkadaşlarından) beni arayıp tebrik etmesiyle! Ona belki teşekkür etmekten fazla bir cümle kuramadım ama araması ve benimle gurur duyduğunu söylemesi beni çok duygulandırdı.

Bu yıl -2021’de- 25 tane çizgi roman okumuşum. Önceki yıllara göre oldukça iyi bir sayı ancak evdeki okunmayı bekleyenlere bakınca sayı yine de az geldi gözüme. Yahu ne yaptım ben böyle? Sanırım tüm maaşımı kitaplara özellikle de çizgi romana yatırdım. (Pişmanlık duyulmayan yatırımlar.)

Bu yılın benim açımdan ilginç bir keşfi de oldu. Yıllardır pek çok kitap kulübünü kurdum, yürüttüm ve bazılarına üye oldum. Bu sayede pek çok okuma yaptım ve pek çok insanla tanıştım. Tüm bunları severek, isteyerek yaptım. Sonra bir şey oldu. Ani olan bir şey değil ama yavaş yavaş olan, büyüyen bir şey. Çığ mı desek acaba adına? İlk parçası küçüktü ve ben pek fark etmemiştim. Fark ettiğimde de küçük değildi artık. Yanımdan geçip gitmesini izlesem belki kaybolup giderdi ancak ben onun yanına gidip onunla beraber yuvarlanmayı seçtim. Onu böylece tanımak istedim. Bu keşiften sonra da içinde bulunduğum tüm kulüplerden ayrıldım. Benim için son.

Bu sene hayatımda ilk defa hediye ettiğim bir kitap sebebiyle bir arkadaşlığım bitti ve yine -hediye ettiğim değil ama- bir başka kitap sebebiyle başka bir arkadaşlığım daha bitti. Kitaplara bu anlamı yükleyerek onları zorlamak istemem ama olması gerekiyormuş sanırım ve benim o yolu görmem yürümem gerekiyormuş. Bunun farkında olmak iyi hissettirdi.

2022

Eski zamanlarda olduğu gibi yeni yıla müthiş planlar yaparak veya kendimi “Şöyle yapacam!” diye şartlandırarak girmedim. Kitaplar açısından bakacak olursak daha çok okumak en büyük niyetim 🙂 Onun dışında farklı Alice kitaplarını okumak, hikâyenin çözümlemelerine dair okumalarımı arttırmak istiyorum ama olmazsa da “vah tüh” demeyeceğim.

İyi Kitap dergisinde birkaç yazım yayımlanmıştı, bu beni mutlu etmişti. 2022’de de farklı mecralarda yazma şansım olursa sevinirim. Bir yorum yazıma gelen eleştiriler bana neden çeviri kitaplar hakkında daha rahat yazabildiğimizi anımsatmıştı.

Ailecek sağlıklı olabilmekti elbette en büyük dileğimiz. Ta ki birkaç gün öncesine kadar 🙂

Özlediğim deniz

Değişim Günlükleri

Geçen hafta perşembe günü Elif ateşli uyanınca ben hemen “Hiii, test yaptıralım!” dedim ama serin sulardan serin karabalıkçım Elifi benim zorumla doktora götürüp doktor da teste gerek yok deyince eve geri getirmişti. O günlerde de ikimiz üçüncü doz aşımızı olduk. Ben ikinci doz kadar olmasa da yine de sarsıldım ve hay bin kunduzlandım ama yoluma devam ettim. Salı günü işyerinde hiç olmadığım kadar gergin ve mutsuzdum. Boğazım acıyor ama aklımda şüphe yok çünkü ev ve iş arasında gidip geliyoruz.

Çarşamba sabaha kadar uyuyamadım, huzursuzum. Çarşamba günü işe gidemedim. Burnum akıyor artık ve halsizim. Elif okula gitti. Karabalık işe gitti, ben evde maskeliyim ama içim rahat değil. Öğleden sonra eşimle beraber aile hekimine gittik. Muayene etti ve ifadesiz bir suratla “Test yaptırın.” dedi. O an gerçekten kendimi düşünemedim. Keşke çocuğu okula göndermeseydik bak sen de işe gittin diye eşime, kendime kızıyorum. O da yine “Daha ortada bir şey yok.” diyor. Haklı. Henüz “bir şey” olmasına daha beş saatimiz var.

İlk defa test yaptırdık, bekledik ve akşam sonucu tam öğrenecekken telefonumuz çaldı. Ankara hattı mı o? Hmm evet galiba onlar. O ana kadar da evde maskeliydik ama telefonda pek çok soruya yanıt verirken atladığımız bir şey var mı diye de düşünüyorum. İlaç istemiyoruz, biz iyiyiz dedik. “Bugün birinci gündü.” dediler. İçimden de dedim, birinci gün böylece geçip gittiyse geri kalan altı gün de geçer gider. Umarım…

İlk gece ve ertesi gün eşim ateşlendi. O beni biraz korkuttu. Onu en son o halde gördüğümde Kerem’in doğumuna birkaç hafta vardı. Gerçekten karnım burnumdaydı ve daha yenice duran bir arabaya çarptığım için “Artık ben araba kullanmasam iyi olur.” demiştim. O gün annemle resmen sürünerek taşıdık eşimi doktora. Hem inadından hem de hali olmamasından. Tanımayanlar için küçük not, apandisiti patlamak üzereyken hastaneye gitmiş ve acil ameliyata alınmış biri. Ateşi yine yüksek ve durumu kötü.

Peki çocuklar? Onlar çok şükür fiziken iyiler ama şaşkınlıkları geçmemiş. Elif kantin gününü kaçırdığı için mutsuz, fazladan çikolata yiyebilecek mi acaba onun pazarlığına başlamış. Kerem biz evde olduğumuz için aşırı mutlu ama onunla pek ilgilenemeyecek kadar hasta oluşumuza biraz kırgın. Ben? Ayaktayım. Burnum akıyor, arada öksürüyorum ama ayaktayım. Pek çok şeyi organize etmeye çalışıyorum.

Ev, yemekler, vitaminler, eksikler, ihtiyaçlar, raporlarımız, dünyayla iletişim, ailelere söyledik mi, çamaşırlar, çöpler. Çöpler! Kim atacak şimdi çöpleri? Sinirimden gülüyorum. Arayan birkaç kişiye “Neye ihtiyacınız var hemen getirelim?” diyenlere iki şeye ihtiyacım var diyorum. Birincisi dinlenmeye ki bu da çocuklara birinin bakması ile mümkün. Diğer çöpler. Çöplerin atılması. Tamam ikisine de karşılıklı gülüyoruz.

Bakanlıktan arayanlar annemi ve kardeşimi sordukları için onları arayıp şok etmesinler diye haber vermem lazım. Annem panik olacak biliyorum. Ne kadar alıştırarak söylesem ve biz iyiyiz desem de sesi gidiyor fark ediyorum. Annem Adana’da olduğu için bize sıklıkla koli yollar otobüsle ve içinden bir dünya çıkar. Bu sefer buzluk dolu desem de olmuyor, kargo ile anlaşmış bize hemen ulaştıracaklarmış kargomuz yoldaymış. Annemin bana teee üniversiteden beri yolladığı şeyleri ve içine yazdığı notları bir hikayede buluşturasım var.

Ayaktaydım en son. O gün içime ne kaçtı bilmiyorum, evi temizlemeye çalıştım çünkü mikroplarımız her yerde gibi hissediyordum. Çocuklar sağlıklı beslensin diye uğraştım, aman hasta olmasınlar. Çok iyi yemek yapamadığım hatta mutfakla hiç aram olmadığı için içimden anneme kızdım. “Ben yaparım, siz ders çalışın.” diye diye alıştığımız düzen ve mutfağa yabancılık. O ara Elife baktım. Aklımda milyon tane gelgit var. Kimisi şu yöne çekiştiriyor beni kimisi bu yöne. Akşam saatlerinde bir de baktım ne göreyim? Ayakta pek de duramıyorum. Nen var kuzum? Hasta mısın sen?

Sabah uyandım boğazımda ağrı. İçimden diyorum ki “İnşallah hasta olmam.” Bir kendime geldim. E ben hastayım zaten. Korkmama gerek yok 🙂

Ertesi gün ve bugün neyse ki ateşlenen olmadı ve klasik halsizlik, çocuklu eve kapanma halleri ile geçirdik. Bu sürede birkaç arkadaşımıza ihtiyaçlarımızı söyledik ve onlar da seve seve geldiler kapımıza. Eve kapanma ve hastalık zamanı insanın daha duygusal olabileceğine dair duyduklarım bana pek bir şey ifade etmemişti. Ta ki… Hiç ummadığım insanlardan mesaj, telefon gelene kadar. Haberi olup da aramamış olanlar için de farklı bir şey hissetmem sanıyordum.

İlkokuldayız. Bir zamanlar çok iyi anlaştığımız ama o ara küs olduğumuz Tuğçe’nin babası vefat etti. Neden bilmiyorum. Annem ara konuş arkadaşını dedi. Arayamam çünkü biz onunla konuşmuyoruz dedim. Böyle zamanda konuşup konuşmamak gibi şey olmaz dedi. İnsanlar iyi zamanda da kötü zamanda da konuşur birbiriyle. Ne diyeceğimi bilemiyorum dedim. (Tahminim dokuz yaşlarındayım belki sekiz) “Başın sağ olsun” dersin ve kapatırsın dedi.

Öncelikle anlamaya çalışıyorum. Tuğçe benim yaşımda ve benim yaşımda bir kızın babası neden ölsün? O kadar yaşlı olamaz. Yazık ne olmuş ki? Kurdum kafamda çeşitli senaryolar ve oturdum ağladım. Önce orada anladım. Hangi senaryo olduğu önemli değil ama Tuğçe’nin babası ölmüş. Babalar biz istemesek veya erken olduğunu düşünsek de ölebilir.

“Başın sağ olsun.” ne demek ve ben telefonu açtığımda ya bu cümleyi kurmayı unutursam diye düşünüyorum. Korkumdan anneme soramıyorum. Neyse telefonu açtı annem, Tuğçe buz gibi bir sesle ben de öyle. Annelerimizin yanında konuştuk. Yaklaşık on yıl sonra ben babamı böyle ani kaybettiğimde bir arkadaşım telefonda “Ya ben sana ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum.” dediğinde “Başın sağ olsun deniyor aslında böyle zamanlarda ama ben iyiyim merak etme, burada olsan sarılırdım sana.” demiştim. O şanslıydı belki ağlıyordu. Ben durumu yine anlamamış olacak, sadece boş gözlerle etrafıma bakıyordum.

Annem biz çocukken çok katıydı şimdi pamuklu şeker. Çocukken ondan öğrendiğim çok şey var. Aranızda ne geçmiş olursa olsun biri hastaysa veya zor durumdaysa ona yardıma koşulur. Yukarıda anlattığım sadece küçük bir örnek. Kendisine kötülük yapmış kişilere çorba yapıp götürürken ayağına çelme takasım gelmişti çocukken. Bunu anlayamıyordum. Hâlâ belki çok anlayabilmiş değilim.

Buraya kadar okuyan oldu mu acaba? Başka yazılarım var yazılmayı bekleyen ama üzgünüm değişim günlüklerini yazmadan onlara geçemezdim.

Kapımıza kadar gelmiş kurabiye için, “Çok güzel olmuş, ne’li acaba?” dedim çünkü tat yok. Biri gözümü bağlasa ve çeşitli şeyler koklatsa kolonya mı kahve mi yoksa çamaşır suyu mu? Hiçbir fikrim yok. Koku tamamen gitmiş. Kokunun gitmesinden şimdilik bir şikayetim yok. Yaklaşık yirmi yıldır zaten koku hassasiyeti sebebiyle migren atakları yaşadığım için bir süre daha ne çamaşır suyu ne kolonyayı hissetmek istemiyorum. Kahve kokusu geri gelebilir mi sadece 🙂

Çöplerimizi karanlıkta gizlice attık. Ne yapsaydık? Koksa mıydık?

Kalan günlerimiz de sağlıkla geçip gitsin umarım. Herkese yine sağlık dolu günler olsun. Bir de ne kadar kırgın/kızgın da olsanız birine “Nasılsın? Var mı bir şeye ihtiyacın?” demek kimsenin incilerini dökmez aksine parlatır. Ben de inci sevmem ama insan olmayı önemsiyorum.

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<