Belirsizlik ve Değişim Günlükleri – 11

Bugün 19 Kasım 2021. Ay tutulması var (sanırım) ya da sadece dolunay mı vardı? Gökyüzüne meraklıyım aslında ama bilgim çok az. Bu alanda öyle bir kirlilik var ki benim gibi bilginin neresinden tutacağını şaşıran ama azıcık da meraklı olanlar için bir adres vermeyi borç bilirim. Sevip sevmemek size kalmış ama ben bu yaklaşımı kendime yakın buluyor ve arada Fransızca gibi gelse de “Negzel konuşuyorlar!” diye iç çeke çeke dinliyorum onları.

Bahsettiğim şey tam olarak Evrimsel Astroloji hesabı ve Eda Ocak. Podcast yayınlarını dinlemek çok aydınlatıcı oluyor benim için. Budist felsefeden verdiği örnekler de merakımı arttırıyor. Kuzey Güney Ay Düğümü diye bir şey duymuş muydunuz mesela? Ben de yakın zamanda duydum, araştırdım okudum ve kendime çok da uzak bulmadım. Her burcu belirli kalıplara sokmanın ve sadece o çerçeveden bakmanın oldukça dar bir yaklaşım olduğunun farkındayım. Bütünsel olarak bakmak gerekiyor ki o kadar bilgili biri değilim ama neticede hassas ve antenleri fazla açık biriyim. Bilin bakalım burcum ne? Çok yaklaştınız, bir balık! Çerçeveye buradan bakarsak güneş ve yükselen burçlarımızın aynı olduğu karabalıkla çok benziyor olmamız beklenir. Ancak öyle farklıyız ki. Onu okuyabilmek için bambaşka bir ezoterik dünya gerekiyor bence.

Bilgisayarın başına “Canım tam olarak ne yapmak istiyorsa onu yapacağım veya yazacağım.” diyerek geçtiğim için sonradan “Ne kadar da saçmalamışım!” diyebilme hakkımı kendime karşı koz olarak tutuyorum. Bu günlükleri okuyan ve bana geri bildirimde bulunan (ve elbette ki bulunmayan) küçük bir kitle var. Onların geri dönüşleri de olmasa “Ben ne yazmışım?” demeyeceğim. Yazıyorum ve yayınlıyorum. Herhangi bir düzeltme ve “Burası olmamış, çıkartayım.” hâli yaşamıyorum. (Şapkalara hiç alışamadım, umarım az önceki şapkayı doğru yerde kullanmışımdır. Neyse çaktırmadan yola devam.)

Biraz önce yazdığım diğer günlüklere baktım ve çok şaşırdım. Aklımdan geçen pek çok şeyi yazmışım. Bazen şöyle düşünüyorum. Kafamızın içinde de bir “yazıcı” olsa. Aklımızdan geçen düşünceleri hiç sansür uygulamadan yazsa ve biz bunları okuyabilsek nasıl olurdu? Bence şahane bir dizi senaryosu olurdu. Yazıcı ve Düşünücü (eh artık bu sözü hak ettik.) “Öyle değil böyle!” kavgası yaşarlar ama kimse bir diğerinin yanlışını ispatlayamaz. Çatışma güzel peki çözülme nasıl olacak? Belki de sadece birbirlerini kandırdıklarını düşünürler ama kazanan diye bir şey olmaz. Yanılsama gibi. Düşünücü, düşündüklerinden sorumludur ve o kadarını bilir görür. Yazıcı ise yazdıklarını bilir. Sansürsüz yazma gibi bir yükümlülüğü varsa peki Yazıcı neyi nasıl farklı yapabilir? Bence sessiz bir resimli kitap da olur bu ikilemden ama bunu çizimle verebilmek epey hüner ister. Kırmızı Kaplumbağa filmi gibi sessiz bir animasyon film de olamaz mı? Bu benim hayalim olduğuna göre, şu an her şey mümkün. Hadi bakalım Yazıcı, sen düşün gerisini! 🙂

Kalbim Deniz

Bu ara değişik sularda yüzüyorum. Su ve yüzmek metaforu benim çok sık kullandığım bir metafor. Orta okulda yazdığım günlüklerde bile karşıma çıkıyor. Denizi ve suyu çok severim. Yüzmeyi zaten zor öğrendim o yüzden yüzme eylemini fiziken yapmak çok keyif vermese de (bilinçaltıma şimdi girmeyelim çıkamamaktan korkuyorum.) denizi hep ikinci evim gibi hissediyorum. Belki sıralama yapmak bile yanlış. “Yuva” dediğimizde aklıma gelen ilk imgelerden biri çünkü.

Deniz ve karanlık tarafı, kendi karanlık tarafıma benzetiyorum. Buz dağının altı gibi bir şey değil bu. Dün çok sevdiğim birinden bir kargo aldım ve kargodan iki tatlı kartpostal da çıktı. Özellikle bir tanesi bu bahsettiğim duygular, karmaşa, karanlık taraf gibi hallerimi gözle görünür hâle (sanırım şapka doğru oldu.) getirmişti. Bence gönderen kişi de o karta bakınca “İşte bu Esra!” demiş olmalı. Görseli aşağıya ekleyeyim de somutlaştırayım.

Bir taraftan da 2021’in nasıl ve nelerle geçtiğinin hesabını ve hesaplaşmasını yapıyorum. Daha çok da okuduğum ve yazdıklarım üzerinden süreci yorumlamaya çalışıyorum. Okumalar açısından istediğim seviyenin yakınından bile geçmemiş olsam da kendime haksızlık da yapamam. İşyerinden bir arkadaşımızın emeklilik yemeğinde bile “Siz güzel sohbet ediyorsunuz ben şu köşede hem yanınızda durup hem kitap okusam ayıp olmaz değil mi?” demiş insanım. Bunu övünmek için demiyorum. Durumun biraz da vahametini gösteresim var. Başka bir şeye odaklanamıyorum çünkü. İzlediklerim çok keyif vermiyor. Gezdiğim yerlerde bile bir süre sonra mutlaka kitap okuyor buluyorum kendimi. O ara amnezi yaşıyor olabilir miyim? Bu konuyla dalga geçmeyeceğim demiştim kendime ama bak Yazıcı işte, devreye girince işleri nasıl karıştırdı! Sorumluluk almak yerine suç gördüğümüz şeyi başkasına atmak ne kadar kolay ve rahatlatıcı. Buna bir örnek daha kanlı canlı yaşadık. “Kanlı canlı” ifadesi de çok tuhaf gelir bana. Yazarken çok rahat hissedemem mesela. Okurken de irkilirim. Şu an buraya nasıl geldim, fikrim yok.

Yazmak kısmından devam edeyim. Bize “vakit kaybı” gibi görünen yerlerden bile aslında ne kadar çok beslendiğimizi sonradan fark ediyoruz. Aydınlanma olduğunda, sis perdesi kalktığında geriye dönüp bakmak çok besleyici oluyor. Besleyici deyince de aklıma avokado veya nar geliyor. Bugün galiba beyin kıvrımlarım arasında elektrik akımı fazla ya da az gidiyor. Ya da Yazıcı’nın aklını iyice karıştırdım.

Şöyle diyeyim, önümde yeni bir kapı açılmış gibi hissediyorum. Özgürlük Hapishanesi’ndeki kapılardan birine sonunda karar vermişim gibi. Orayı iyisiyle kötüsüyle kabul ediyorum ve bilmesem de ardında ne olduğunu/olmadığını kapıyı açma cesaretim var. Bunu metafor olarak söylemedim. Geçen gün oldukça somut bir adım attım. Kapı değildi önümdeki ama olsun. Çok uzun zamandır yüzümü saklama ihtiyacı hissediyormuşum, şimdi bu “yüz”ün gezme vakti gelmiş. Onu gezmeye çıkarmak iyi geldi. (Yine sadece ben anladım yazdıklarımı ama olsun.)

Bu arada, hiçbir şey izleyemiyor da değilim, Kulüp‘ün birinci sezonunu izledim mesela. Çok sevdim. Beni azınlık hikâyeleri çok etkiliyor. Raşel’in tanıdık bir sima olmamasını da sevdim. Sima demişken… Yok, oraya da şimdilik girmeyelim, keskin olmasa da net bir dönüşle uzaklaştım oradan da.

Annelik kısmında bocaladığım çok konu var. Biraz biraz şunu telkin ediyorum kendime, “Bocalama hep olacak, sen uçuşu hatırla.” Laf öyle değildi ama ona benzer bir şey işte. Döngü bu. Biraz harika olacağız biraz dip. Okulu olsa bile mezuniyeti olmayacak işlerden biri de sanırım ebeveyn olmak. Daha da özelinde annelik. Kafasına çok takan, kaygılarıyla boğuşmaktan yorulan baba pek görmedim. Gerçi şu an aklıma geldi bir tane, hadi ismini vermeyeyim ama bizim evde yaşamıyor o kesin.

Kızıl Ağaç kitabının içinde yaşıyor gibiyim bazen. Refah düzeyimiz bu kadar düşmüşken ve tünelin ucundaki ışık yanıp sönerken bir şeye tutunmak ve o çaba garip geliyor. Tutunacak bir şeye gerek yok gibi. Değiştiremeyeceğin bir şey için endişe hissetmek öyle gereksiz ki aslında, dışarıdan bakabildiğimde gülüyorum kendime. İçerideyken küçük bir fanusta yüzdüğümü düşünüp darlanıyorum. Dışarıdan bakınca aslında kocaman bir okyanus görüyorum. Hem de uçsuz bucaksız. İstediği yere gidebilecek o balık da karşımda duruyor. Ona “Hadi!” diyorum ama camdan dolayı beni duymuyor. Camı tıklattığımda suratıma boş bakıyor. Sanırım okyanusu kendisinin keşfetmesi gerekecek. Neyse bunun farkında olan bir dış sesi var.

Geçen gün “A101’e psikolog gelse de gitsek” diyen bir karikatür gördüm. Şaşırdım, güldüm, utanç duydum, üzüldüm. Birilerine bir şeyler anlatma ihtiyacı duyan ve bununla rahatlayan bir yapımız var. Bu çok normal. Psikolog arkadaşlardan “birileri” diye bahsetmiş gibi oldum ama asıl demek istediğim anlaşılmıştır umarım. Herkes emeğinin karşılığını istiyor ve bekliyor. Bunda da hemfikirim. Ancak tek seansta  elbette ki hiçbir mucizenin gerçekleşmediği (böyle bir beklentide olan kişi sayısı da azalmıştır muhtemelen) ve ne kadar devam edileceği kişinin durumuna, talebine, ihtiyacına göre değişiklik gösterecek terapi için son günlerde birkaç arkadaşım vasıtasıyla haberdar oldum. Kaçamak bir çözüm gibi gelmesin ama psikologların & terapistlerin aldıkları ücreti düşürmeleri gerektiğini düşünmüyorum, danışanların onlara ulaşabilme refahında olabilmelerini diliyorum. Lüks olmamalı mesela…

Ben şu dönem kendi terapi yöntemimi geliştirdim. Kitaplar ve onlarla ilgili her şey. Sağaltıcı bir etkisi var kuşkusuz. Örgü örmekten sıkılmasam yapardım. Biraz daha vaktim olsa yürüyüşe daha uzun saatler ayırırdım veya bisikletimle dolaşırdım. Sanırım kış mevsimi ve o kendini kabuğuna kapatma isteği ağır basıyor. Yüz yine gezmede ama, o başka.

Kış için çok glutenli olmayan ama çabuk hazırlanıp sevilerek tüketilen kek tarifiniz varsa paylaşırsınız belki.

Sona gelmişken, aklıma takılan bir şeyi daha yazayım. Sosyal medyadaki “Beğeni” butonu bana çok garip geliyor. Özellikle direk mesaj kısmında yazdığınız şey beğeniliyor ve muhabbet bazen karşılıklı beğeniler üzerinden ilerliyor ya kendimi sistemin kurbanı gibi hissediyorum. Bu özelliği tuhaf bulduğum için de pek kullanmıyorum. Her yazılanı neden beğeniyoruz durup dururken? Yabancı gibi hissediyorum. Oradan Camus’nun Yabancı’sına giderdim ama Yazıcı hata vermeye başladı artık, bir günlüğün daha sonuna geldik.

Bir dahaki buluşma belki yeni yılda olur, kim bilir.

*Avustralya yapımı Hemzemin Geçit isminde eski bir film var, linkini bulamadım, denk gelirseniz oradaki kız benim. Tanışmamız iyi olabilir belki.

lokumcocuk

4 Yorum

  1. Avatar
    Semra Kasım 20, 2021

    Özgürlük Hapisanesi’ni az önce rafa kaldırdım. Bugün de başlayamadım. Ama bahsettiğin kapıları merak ettim. Kızıl Ağaç’ı geçen hafta tekrar okudum. Ben de kendimi salyangoz hızında geçmek bilmeyen, geçip gidecek mi bilmediğim günleri yaşarken dışarıdan gözlüyorum. O sayfadaki belli belirsiz kelimeler tanımlıyor zamanı. Kabuğu merkeze alan spirallerle zaman uzaklaşıp giderken ben hep aynı yerdeyim sanki.
    Günlüklerini seviyorum. Hep yaz olur mu?

    Cevapla
    • Avatar
      lokumcocuk Kasım 20, 2021

      Canım Semra, yazmaktan istesem de vazgeçemiyorum, biliyorsun 🙂 Özgürlük Hapishanesi’ni yeni mi aldın? Yeni kapak bana itici geldi, eski turuncu kapak daha sevimli 🙂

      Cevapla
      • Avatar
        Semra Kasım 21, 2021

        Yeni aldım, evet. Meşeler’le okuyacağız. Sen de gelmek ister misin ki? Bu kapak itici geldi biraz. Karanlığa çağırıyor gibi. Huzursuz ediyor edici. Fantastik kurguyu seviyorum. Ende’yi de. Bi tek bu kitabı kaldı sanırım okumadığım.

        Cevapla
  2. Avatar
    Burcu Kasım 24, 2021

    Belirsizlik Günlüklerini okumayı seviyorum. Her defasında bende de yazma isteği uyandırıyor ( bir türlü yazamadı ?)
    Ben de bir şeyler izlerken sıkılıyorum, keşke okumaya daha çok zaman olsa…
    Kulübü ben de severek izledim, umarım devamı gelir.
    Bu arada o baba bizim evde de yaşamıyor ?

    Cevapla

Yorum yapabilirsin

<