Bir yayın koordinatörünün masası hep dolu mudur, en sevdiği kırmızı dolmakalemini neden kaybeder ve nasıl bulur, kafasının üzerinde uçan Peter Pan sayesinde mi harika çocuk kitaplarını keşfeder ve onları yayına hazırlar?
Tam olarak bu özelliklere sahip birini tanıdığımı fark ettim, Can Çocuk yayınlarının “Yayın Koordinatörü” sevgili İpek Şoran’ı.
Max ile “Vahşi Şeyler Ülkesi“ne gitmeden önce bu söyleşiyi okumanızı tavsiye ederim, sizi hapur hupur yenmekten kurtaracak bilgiler verebilir İpek 🙂İpek Merhaba,
İlk soru, benim çok merak ettiğim bir soru aslında; en sevdiğin çocuk kitabı hangisi? (1 tane seçmek zor olacaksa, favorilerini de yazabilirsin.)
En sevdiğim çocuk kitabı… Çok zor bir soru benim için. Aslında Tolkien’in Hobbit’i çocuklar için yazdığı düşünülürse elbette Hobbit! Fakat bu soruyla ne zaman karşılaşsam aklıma ilk olarak Peter Pan geldiğine göre, evet, en sevdiğim çocuk kitabı Peter Pan ile Wendy.
Çocuk kitaplarının dünyasına çocukken girebilen şanslı azınlıktan mısın yoksa büyüdükçe mi çocuk kitaplarını keşfettin?
Kendimi bildim bileli kitaplarla aram hep iyi oldu, biz küçükken şimdiki çocuklar gibi şanslı değildik elbette. Ben sık sık kütüphaneye gittiğimi hatırlıyorum ama yine de, ben de büyüdükçe keşfettim çocuk kitaplarını…
“Yayın koordinatörü” olmak demek kitabın mutfağında yer alıp her türlü aşamasına tanıklık etmek demek olsa gerek. Peki sence bu avantajlı bir şey mi yoksa “yeni kitap” heyecanı yaşayamadığın için dezavantajlı mı?
Yayın koordinatörü olmak aslında hem şans, hem de değil… Bir yandan, senin de söylediğin gibi, işin her aşamasına dahil oluyorsun, özellikle de meraklı biriysen, aslında yayın koordinatörlüğü yayıncılık sektöründe bulunmaz bir iş! Bazen, özellikle fuar vs gibi belirli dönemlerde, kitabın mutlaka yayınlanması gereken bir tarih varsa onu tutturmak için kitabın heyecanına tam ortak olamayabiliyorsun. Çok gariptir ki, bir kitabın yayınlanış süreci ne kadar stresli olursa olsun, kitap matbaadan gelip de o “yeni kitap” kokusu etrafa yayılıp sayfalar çevrilmeye başlanınca her şeyi unutuyor insan.
Yayın koordinatörünün temel görevi kitapların doğru bir şekilde ve zamanında yayınlanmasını sağlamaktır. Bunu sağlamak için de kitabın yayına hazırlığı, üretilmesi ve tanıtılmasında rol alan birçok insan (genel yayın yönetmeni, editör, düzeltmen, çevirmen, çizer, grafik, üretim ve satış departmanları) arasındaki iletişimi ve iş akışını sağlar. Bu eğlencesiz tanımı geçersek, evet, tüm aşamaların koordinasyonunu sağlamak tüm aşamalara dahil olmak, hepsinde fikir belirtmek demek, yani ekip çalışmasının lokomotifi olmak…İş dışı okuduğun kitaplara sadece “okuyucu” gözüyle bakabiliyor musun yoksa okuduğun kitaplarda düzelti yapmaya, notlar almaya devam ediyor musun?
Yayıncılık sektöründe değilken de bu konuda “hassas” bir okuyucuydum. Öyle devam ediyor hâlâ… Şimdi de meslek hastalığı gibi bir şeye dönüştü. Yayıncılık sektöründe çalışan tüm arkadaşlarımda var bu huy. Ama şu da var, belki biz bu konuda “hassas” okuyucular kadar “hassas” olmayıp, bir noktada empati de yapabiliyoruz. Elbette tamamen editoryal bir süreçten geçmemiş bir metinden bahsetmiyorum…
Roald Dahl ve Kumkurdu ile nasıl tanıştın? Bu kitaplarda seni en çok etkileyen ne oldu?
Roald Dahl ile 2005’te Tim Burton’ın yönetmenliğini üstlendiği Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı izleyerek tanıştım. Bir gün Roald Dahl’ın bütün kitaplarıyla iş olarak haşır neşir olacağımı nereden bilebilirdim? : )
Kumkurdu’nu ise birlikte çalıştığım editör arkadaşım söylemişti bana; iyi ki de önermiş. Hiç kuşkusuz, okuduğum en güzel çocuk kitaplarından biri.
“Keşke Türkçeye çevrilse” dediğin kitaplar var mı?
Off, hem de çok! İlk aklıma gelenler Oliver Jeffers’ın yazıp & resimlediği kitapları. Bir de Sendak’ın diğer kitapları [ki 2016’da yayınlamak üzere hazırlık yaptığımızın müjdesini verebilirim buradan] ile Crockett Johnson’lar var… Aa, bir de Colin Meloy & Carson Ellis’in Wildwood serisi…
Biz çocukken sanki daha çok bize parmak sallayan kitaplar vardı ama şimdi okuduğum kitaplar çocukları lunaparka davet ediyor. Sence arada ne değişti?
Daha az yayınlanıyor belki ama öyle kitaplar hâlâ var. Öte yandan, hayal gücünü yücelten kitapların değeri anlaşıldı diye düşünüyorum, dolayısıyla bu tarz kitapların yanında sıkıcı, ders verme kaygısı güden kitaplara ilgi de azaldı belki…
Yayın sürecinde olmaktan çok mutluluk duyduğun birkaç kitaptan bahsedebilir misin?
Bunlardan bir tanesi Vahşi Şeyler Ülkesinde… Zaten çok sevdiğim bir kitabın Türkçeye kazandırılması [hem de çok sevgili Celâl Üster’in çevirisiyle] sürecine dahil olmak, kitapları seven herkesin başına gelmesini isteyeceğim bir duygu. İtiraf etmem gerekirse, yayına hazırlık sürecinde en çok zorlandığımız kitaplardan biri de bu oldu… Sendak Estate’le her aşamada fikir birliğine vararak ilerledik, bu da süreci biraz yavaşlattı. Bu kitap için kaç kez matbaa yollarına düştüğümüzü hatırlamıyorum bile, başında bekledik resmen. Ama basılan ilk sayfaları, kapağını gördüm ya, o akşam rahat uyudum.
Bir diğeri ise Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nın üç boyutlu kitabı. Hiç unutmuyorum, bu kitap diğer ülkelerinkiyle aynı anda baskıya girecekti Çin’de ve bize kitabı hazırlamamız için yaklaşık 1 hafta gibi bir süre vermişlerdi. O hafta sürekli kar yağdı, biz de karanlığa kalmamak için öğleden sonraları tatil oluyorduk. Kitabı bitirmek için zamanla yarıştık. Sonra kitap elimize güneşli bir yaz günü ulaştı, sevincimizi görmeliydin!
Bu yıl, Exupéry’nin ölümünün üzerinden 70 yıl geçmesiyle birlikte Küçük Prens’in hakları serbest kalınca bir Küçük Prens furyasıdır aldı başını gitti… Yine de, Erdal Öz’ün elyazısıyla aldığı notlarının üzerinden giderek Küçük Prens’in Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisini yeniden okurlarla buluşturmak benim ve yayında emeği geçen herkes için gurur vericiydi.
Delal Arya’nın Pera Günlükleri’nin ilk kitabının yayına hazırlanışı da çok güzel bir anı benim için. Bana kitabın Word dosyasını gönderdiği günü hatırlıyorum, sonra kitabın matbaadan geldiği günü… Resmen bir bebeğin dünyaya gelişine tanık olmak gibi bir duygu. Delal, harika bir yazar, onun hayal dünyasıyla çocukken tanışmış olmayı çok isterdim. Şimdi, yeğenlerim Nil & Doğa büyüsün de Delal’in kitaplarını okusunlar diye heyecanlanıyorum.
İş yerinde bir günün nasıl geçiyor? Çalışma masandaki evrak yığınından dolayı arkadaşların seni göremez hale geliyor musun 🙂
Genel olarak keyifli bir çalışma ortamımız var, bu anlamda çok şanslıyım sanırım. Fuar ve katalog hazırlama dönemleri hariç gayet sakin, sessiz ve rahat geçiyor günler. Sabah kahvemizi çayımızı alıp işlerimize gömülüyoruz. Küçük aralar verip sohbetler ediyoruz; çizerler, yazarlar, çevirmenler gelip gidiyor yayınevine, onlarla görüşmelerimiz de çoğunlukla çok eğlenceli ve iş ortamından ziyade arkadaş sohbeti gibi oluyor.
Aaa, sorunun bu kısmında biraz hava atacağım! Masamda hiçbir zaman evrak & kitap yığını olmuyor, çünkü ben tam bir Başak burcuyum : )
Kırtasiyeyi çok sevdiğini duymuştum. Özellikle koleksiyonunu yaptığın bir obje, olmazsa olmaz bir kalemin gibi alışkanlıkların var mı?
Ah, evet. Bayılıyorum kırtasiye malzemelerine, kırtasiye gezmeye. Özellikle koleksiyonunu yaptığım bir şey yok, ama daha çok sade & eski moda şeyler hoşuma gidiyor. Sürekli kaybolup kaybolup bana geri dönen kırmızı bir Lamy dolmakalemim var; kaybolmadığı zamanlarda onu kullanmayı tercih ediyorum : )
Türkiye ve yurt dışındaki çocuk edebiyatını genel hatlarıyla kıyaslayacak olursak, sence ne durumdayız? Önümüzde daha uzun bir yol var mı yoksa genç yazarlarla beraber bu “yol” biraz daha kısaldı mı?
Bunu söylediğim için üzgünüm ama önümüzde hâlâ uzun bir yol var. Bu yıl katıldığım, İsveç çocuk edebiyatının dünü ve bugününü anlatan bir sempozyumda anladım ki, İsveçlilerin 35-40 yıl önce yayınladığı kitapları bugün bile basmak isteyen bir yayıncı bulmak zor. Bir de okul satışları kaygısı çocuk edebiyatına zarar veriyor; bu kaygı güdülmeden daha cesur davranılmalı…
Senin gözünde “iyi” bir çocuk kitabının olmazsa olmazında neler var? (hikaye, çizimler, dilin yapısı vs.)
Söylediklerinin hepsi… İyi kurgu, iyi yazılmış olması, iyi resimler, iyi kâğıt seçimi, iyi tasarım… Benim beğenimi bunların hepsi etkiliyor açıkçası. Yani iyi yazılmış bir kitabın resimleri iyi değilse, ona “iyi” bir çocuk kitabı diyemem; ya da tam tersi… Ya da iyi yazılmış bir kitap, iyi de resimlenmiş ama tasarımı berbat… Üzgünüm ama o da yeterince “iyi” bir çocuk kitabı olamaz benim gözümde. Çocukların beğenisini, estetik duygusunu azımsamamalıyız.
“Keşke ben yazsaydım ya da yayına hazırlasaydım” dediğin bir çocuk kitabı var mı?
Hobbit, Peter Pan ile Wendy, Oliver Jeffers kitapları, Vahşi Şeyler Ülkesinde’yi saymazsam : ) Pıtırcık’ın tüm kitapları, Pippi Uzunçorap, Martıya Uçmayı Öğreten Kedi, Ayıcık Ernest ile Farecik Célestine’in Romanı, Bütün Gün Esneyen Prenses, Bekçi Amos’un Hastalandığı Gün, Canını En Çok Ne Yakar…
Katıldığın için çok teşekkür ederim, harika yeni kitap haberlerini bekliyor olacağım(z) 🙂
Asıl ben sana çok teşekkür ederim!
Sevgili İpek, söyleşinin bundan sonraki kısmı sana doğum günü sürprizi 🙂
“Sevgili Gözde, pek tatlı kardeşinle minik bir söyleşi yaptım ve çocuk kitaplarından bahsedip neşelendik. Ama aklıma geldi de, birlikte büyüdüğünüze göre İpek’in kitaplarla olan ilişkisini, yeğenleri Nil ve Doğa ile çocuk kitapları iletişimini senden iyi kimse bilemez. Bu bölüm İpek’e sürpriz olsun, bize biraz İpek’in kitap ve kırtasiye sevgisinden söz edebilir misin?”
Evet, İpek’le birlikte büyüdük, eğer İpek’siz büyüseydim, şu anki ben olmazdım, biliyorum. Kitap sevgimin (her ne kadar, istediğim çoklukta okuyamasam da) büyük bölümü, inanıyorum ki, İpek’le birlikte büyümekten kaynaklanıyor. Onun kitaplarla ilişkisi her zaman farklıydı. Kitap okurken, önündeki kitapla bütünleşir, benden tamamen kopardı. İyi yazardan ve kitabın iyisinden anlardı. Hiçbir zaman elinde korsan kitap görmedim. O dönemleri düşünüyorum da, sanırım İpek’in Murathan Mungan sevgisinden bahsetmemek olmaz. Ne kadar çok zaman ayırmıştı Murathan 95’i bulabilmek için. Ne kadar çok sahaf gezmişti. Bulmuştu tabii ki sonunda. Dünyası kitaplardan oluşurdu demek hiç yanlış olmaz.
Maalesef Nil ve Doğa teyzelerinden ayrı büyüyorlar. Çocuklarımın okuma sevgisi ile büyümelerini ve kitapların hayatlarında büyük yer kaplamasını her şeyden çok isterdim. Bu anlamda İpek bana daha doğrusu bize çok destek oluyor. İpek olmasa, ben şu anki ben olmaz, çocuk kitaplarına ilgim eminim ki şimdikinden çok daha az olurdu. Dolayısıyla İpek fiziksel olarak bizden uzak olsa da, senede 1-2 kez Nil ve Doğa ile bir araya gelebilse de, manevi desteği hep bizimle birlikte ve çocukların kitaplığının tamamını hemen hemen teyzelerinin aldığı kitaplar oluşturuyor. Kitapçılarda gezerken Nil hemen Can Çocuk’un kitaplarını alıyor eline, her birinin kapağını açıp Dadi’sinin (Teyzesinin) İsmin gururla buluyor, bana gösteriyor… Çok mutlu oluyor, ben de çok mutlu oluyorum Geçenlerde Kumkurdu’nun 3ü bir yerde basımını bana, büyüyünce çocuklara devredilmek üzere hediye etti. Kendinde şu an yok yani. Kaç kez ‘Emin misin, istersen geri verebilirim.’ diye teklif ettim hatırlamıyorum. Kısaca İpek, Nil ve Doğa’nın kitaplarla büyümelerini çok önemsiyor…
Evet, kırtasiye sevgisi de yine kitap sevgisi gibi, çok küçük yaşlarından beri hiç azalmadan devam ediyor. Kırtasiye malzemelerine aşırı bir sevgisi oldu her zaman. O zamanlar fotoğraf çekmezdik tabii ki, şimdi kırtasiye malzemeleri, kalemlerini, minik not defterlerini güzel güzel sıralayıp, fotoğraflarını çekiyor ve bunlar resmen bir görsel şölen. Kardeşim diye demiyorum, gerçekten de, her zaman zevkliydi hala da öyle… Hatta benim bir mottom var:) ‘İpeğin en çirkin şeyi, benim en güzel şeyimden daha güzeldir.’ :)) Onun her şeyi çok güzeldir, çünkü o benim minik İpekböceğim…
“Sevgili Banu, İpek’in çocuk kitapları (özellikle Roald Dahl) ve kırtasiye sevgisi hakkında sen neler söylemek istersin? Doğum günü armağanı olarak en güzel hediye hangi kitap olurdu sence İpek için :)”
Ooo çok zor sorular. Çünkü yanıtlarının ucu çok açık.
İpek’in kırtasiye sevgisi hakkında ne diyeyim ki. Kırtasiye sevgisi anlatılmaz yaşanır 🙂 Sanırım empati yapabilirim bu konuda. Kırtasiye malzemelerinin endorfin arttırıcı etkisi olduğunu düşünüyorum. İnsan bir kere aldı mı dahasına sahip olmak istiyor. yeni alınmış ahşap kokulu bir kurşun kalemin gıcır bir defter üzerinde hışır hışır kayışını düşündüm de. İpekim anlıyorum ben seni!
Baskısı tükenmemiş olsa Daniel Pennac’ın Gulyabaniler Cenneti’ni ve devamı olan iki kitabı alırdım. Tekrar basıldı mı bilmiyorum. Rico ve Oscar kitaplarını da alabilirdim 🙂
Biz İpek’le Kumkurdu sayesinde tanıştık, onun ikram ettiği kumkurabiyelerinden yiyip sahil kenarında dans ederken (kafa üstü) çocuk kitapları hakkında konuşmaya başladık. Yedi Denizlerden geçip Vahşi Şeyler Ülkesine vardığımızda Max çoktan oradaydı. Yani ben tanışmamızı böyle hatırlıyorum. Sen ne dersin İpek?
“Roald Dahl’dan 1 gün küçüğüm ben” diyebilen birini, onun tatlı ablasını ve fotoğrafını öpmek istediğim bal yanak yeğenlerini bloguma misafir etmekten büyük mutluluk duydum.
“İYİ Kİ DOĞDUN İPEK, umarım kırmızı dolmakaleminle harika metinler yazarsın. Tamam kabul ediyorum, benim masam hep dağınık olduğu için seni de kitap dağının ardında hayal etmiştim ama o zaman başak burcu olduğunu bilmiyordum 🙂 MUTLU YILLAR, kafanın üzerindeki Peter Pan’ı hiç kaybetme olur mu?”
0 Yorum
Yorum gözükmüyor
Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!