Belirsizlik ve Değişim Günlükleri-1

Bu sitede hangi başlıklar olacağını düşünürken, eskisinden farklı olarak “Mantar Pano” gelmişti aklıma. O zamanlar devamlı yazılar yazdığım ve güncel hayatımdan bahsettiğim, evim gibi gördüğüm bir bloğum vardı. Ancak iki çocuklu hayata geçişle beraber o büyük dalganın altında kalmış, yüzeye çıkmam çok zaman almıştı. (hala çıkmış sayamıyorum kendimi) Eski yazılarımı özlediğini dile getirenlere (başta kendim ve Yağmur olmak üzere) bir kapı açmış olmak adına bu başlığı da eklemiştim. Niyetim, çocuk kitaplarından bağımsız olarak bir şeyler de yazmak istersem –bir gün- rahatlıkla buraya gelebilmekti.

İşte, buradayım.

Hazırsak, başlayalım.

“Dolunay mı o?”

Her şey, tam tarihini anımsayamadığım o salı günü başladı. Ben tüm bunlardan habersiz bir şekilde giyindim, Elif’i servise bindirdim ve evden çıktım. Arabaya bindim ve bindiğimde bir ikilem yaşadım. (Bu kısım bana özel, detay veremiyorum) Sahil bandında ilerlerken bir an dikkatim dağıldı ve öndeki arabayla mesafemi ayarlayamadım. Aslında gerçek olamayacak kadar komik bir an’dı ve ben tam anlamıyla PAAAT! Diye öndeki arabaya çarptım. (Buraya hemen bir parantez açayım; olayın hem komik hem korkutucu olması sebebiyle bu ve buna benzer çarpışmaları rüyamda görmeye devam ediyorum.) Yıllar önce yaptığım daha büyük bir kazaya kıyasla bu kazanın aslında hiçbir şey ifade etmemesi gerekiyordu.

Arabadan buz kesilmiş bir şekilde indim ve ta-daa karşıma “Benim-arabam-çok-kıymetli-ne yaptın-sen” ablası çıktı! Kaza küçüktü, çok şükür ikimiz de iyiydik ve insanlık hali böyle bir şey yaşanabilirdi ancak karşımdaki kişi o gün bana –abarttığımı düşünen varsa yanıldığını kanıtlayabilirim- ve sonradan çevremizde oluşan insanlara on beş seferden fazla arabasının ne kadar kıymetli ve pahalı olduğunu söyledi. Sonradan o güne dönüp baktığımda karşımdaki kadını bir kez olsun sarsmamak ve “bırak şimdi arabanı ve sağlığın için şükret.” Diyememiş olmak içimde kaldı.

Kazanın komik tarafları var. Arabamız tam da o gün birkaç günlük bakıma gidiyordu ve o birkaç gün tam 2.5 hafta sürdü! Bu kısım acı-komik. Peki, şuna ne diyorsunuz? Araç mesafesini ayarlayamamış olmamın sebebi, öndeki aracın bir gün öncesinde burcunda “Dolunay etkisindesiniz, kazalara dikkat edin.” Demesi sebebiyle Salı günkü Pazar trafiğine girmekten son anda vazgeçip yavaşlaması ve benim de ona çarpmam! (Bu kısmı arkadaşına anlatırken duydum, dayanamayıp güldüm ne yapayım)

Aa bu arada, kazadaki maddi hasarın yüzde 90’ı bizim araçta meydana geldi diye sevindim ancak kalan yüzde 10’luk ablamız bunu sözleri ve hareketleri ile katlayarak benden almaya çalıştı. (Hayatımda ilk defa bir insana “Parası neyse vereyim ve bu kadın sussun.” Dedim.)

*Özel bir teşekkür, bu yazıya denk gelme ihtimali olmasa da kazada tutulmuş kalmış halime yardım eden arkadaşım Özer’e kocaman teşekkürler.

“40 derece ateş mi o?”

Tam olarak günleri, olayları ve kesişim noktalarını hatırlayamıyor olsam da (iyi ki) arabamızın olmadığı bu günlerin ortasına Elif’in klasik bir soğuk algınlığı gibi görünen rahatsızlığı damgasını vurdu. İlk etapta çok etkilenmedik çünkü çocuk doktorumuz alt kat komşumuzdu 🙂 Ancak işe geliş-gidişler, evin ihtiyaçları vb düzen sarsması yaşamaya başlamıştık. Konfor alanından çıkmıştık, hadi hayırlısı. Elif’in KBB süreci-takibi uzun yıllardır devam ettiği için (buraya yazmaya kalksam bitiremem sanırım) ve neyse ki KBB doktorumuz da yürüme mesafesinde olduğundan Elif’in rahatsızlık durumunu kontrol altında tuttuğumuzu sanıyorduk. (İnsan bazen saf veya salaklık denen çizginin neresinde durduğunu bilemiyor.) Elif’in vücut kırgınlığı 5.günde de hiç geçmeyip ateş de 38’in altına düşmeyince –neden bu kadar geç kalındı bilmiyorum, aklıma geldikçe sinirleniyorum- kan ve idrar tahlili yapıldı. Sonuç: İnfluenza.

Bu konuda tecrübesiz olduğumuz için “Geçse şimdiye kadar geçmiş olurdu” diye düşünüp kendimiz / Kerem için tedbir alma ihtiyacı hissetmemiştik. (Bu konuda bizi uyaran da olmamıştı.) Elif’in süreci ilaç sayesinde biterken Kerem ateşlendi ve hop başa döndük derken, bu konuda biraz daha tecrübeli olmamızın faydasını gördük. Ateş nöbetlerinde insan bazen ne kadar çaresiz hissediyor. Bazen de “Ateş 38’e düştü!” diye göbek atası geliyor. Bu dönem, ailemiz için oldukça öğretici oldu. Uzun zamandır bu kadar beraber değildik (Yaklaşık 1 ay sonra hep evde olacağımızdan habersiz tabii) Sınırları esnetme konusu, an’ın kıymetini bilme hali daha o zaman gündemimize gelmişti. Şimdi geriye dönüp bakınca, şu ana bizi hazırladığını düşünüyorum. İlaçlarla çocukların bağışıklığını güçlendirme, semptomları panik yapmadan takip edebilme, doktora güvenme-ancak tamamen teslim olmama vb. konularda tecrübe kazanmış olduk.

“Kazık mı o?”

Ve tüm bunlar biterken farklı sebeplerle çok fazla detayına giremeyeceğim başka bir süreç daha yaşadık. Hayal kurduk, plan yaptık, umutlandık, gittik geldik, konuştuk ve olmaması için normalde bir sebep yokken, “Beni bilen bilir, çok güvenilir bir insanım.” Diyen bir kişinin 10 günün sonunda güzel bir kazığını yedik. Şaşkınlık, kızgınlık gibi ‘normal’ tepkilerimizi verdikten sonra son bir ayda yaşadığımız üç olaydaki kesişim noktasını buldum; güven sarsılması. (Buraya yine döneceğim.)

Covid-19 (Türkiye gündemi) öncesi son durum

Tabii bu sırada Çin’de başlayıp tüm dünyaya yayılan covid-19’dan da haberdardım fakat kendi küçük dünyamın içinde öyle kaybolmuştum ki bu haberler de pek bir şey ifade etmiyordu. Evimizde televizyon yok ve haber takip eden biri de değilim. Bunun çeşitli sebepleri var, en önceliklisi de şu; iletişim fakültesi mezunuyum ve okuduğumuz o haberlerin nasıl (gerçekten uzak) yazdırıldığını bildiğimden, doğruluğu kesin olmayan bilgileri okuyup kendimi girdaba kaptırmak istemiyorum. Önemli bir şey olduğunda eşimden ve iş çevremden zaten öğreniyorum. Kötü haberler kuyusuna düşmek istemedim açıkçası.

Yazının en başında bahsettiğim kaza ve ardındaki gelişmelerin kapısı kazadaki o “paaat!” sesiyle açılmıştı. O kazadan sonra bir düğüm çözülmüş ve beni/bizi bu günlere hazırlamıştı. Yalnız şöyle bir şey vardı, ben sessizleşmiştim. Kelimenin tam anlamıyla kabuğuma çekilmiştim. Öğle araları çıkıp kahve içmeye dahi gitmiyordum. İlla çıkacaksam bir parka gidip orada oturuyordum. Ve okuduğuma odaklanamama halim daha o dönem başlamıştı. Yeni kitap almayı da o zaman durdurdum. Birikim, her şeyin anlamını yitirmesine sebep olmuştu. Ve bu iyi bir şeydi aslında çünkü o anlamı bu süreçte yeniden oluşturmama da vesile olmuştu.

“Şimdi” neredeyiz?

Bir şeylerin uzakta olması ile yakınlaşması ve ardından tam olarak burnunuzun dibine girip “Görmezden geldiğin benim, bak buradayım.” Demesi zaman ölçümü olarak bazen yılları alabilir ancak bizim yaşadığımız durumda sadece haftalar ve günler geçti. Virüs, dünyanın bir ucundaydı ülkemize geldi yaşadığımız ilçeye geldi ve şu an bizim mahallede.

Bundan yaklaşık 2 hafta öncesinde çocukları denize taş atabilecekleri ıssız bir yere götürelim diye arabaya atladık. Sokaklarda, trafikte azalma vardı ancak bu, insanların beraber piknik yapmaya çıkmalarına engel olmamıştı. Bizim “aman bir şeye dokunmayalım, temiz hava alıp eve dönelim” çekincemizden eser yoktu bu grupta. Bir an ‘acaba bu kafada mı olmalıyız?’ dediğimi hatırlıyorum. Fotoğraf, bu ekibin henüz gelmediği, bizim bu ıssız ve mavi suların tadını çıkarttığımız, yanımıza gelmelerine memnun olduğumuz ve onları kuruyemişle beslediğimiz ördekli zamana ait.

Hoş, şimdi de önümü göremiyorum (zaten günlüğün bu başlıkta olmasının sebebi de bu 🙂 ancak o gün ördeklere daha yakından baktığımda çok net bir şekilde şunu fark etmiştim; “Şu an buradayım, denize bakıyorum, güneşin beni ısıttığını hissediyorum, bize selam vermek için ördekler yanımıza geliyor, denizin mavisinde kayboluyorum, çişim gelse de arabaya atlayıp gitmek istemiyorum. Çünkü şu an buradayım ve belki yarın ya da önümüzdeki hafta buraya gelip-gelmeyeceğimi bilmiyorum. O yüzden (şimdi) buradayım ve elimdeki taşı hissetmem önemli. Bu bana iyi geliyor.”

Korona günlerinde anlatacak ne çok şeyim olduğunu fark ettim, yazılarımı –başarabilirsem-haftalık yayınlayacağım. Devamında sınırlı kaynakları keşfim, çocuklarla evde olma halimiz, bilgi kirliliği gibi konu başlıkları var aklımda. Ancak her şey gibi o da belirsiz. Yaşayıp görelim.

Sağlıcakla kalın.

lokumcocuk

11 Yorum

  1. Avatar
    Nurdan Nisan 06, 2020

    Esraaaa yeniden yazmana çok sevindim. Bir belirsizlik denizinde yüzüyoruz hepimiz bakalım neler olacak. Bu denizde senin attığın kulaçlara buradan da tanık olmak keyifli olacak. İyi ki varsın. Hep yaz!

    Cevapla
    • Avatar
      lokumcocuk Nisan 11, 2020

      Belirsizlik denizi demişsin, ne güzel özetlemişsin 🙂 Her zaman desteğini hissediyorum nur, çok teşekkür ederim.

      Cevapla
  2. Avatar
    Şirin Nisan 06, 2020

    Şimdi ve burada ?

    Cevapla
  3. Avatar
    Gonca Nisan 06, 2020

    Posta kutumda lokum bildirimi görmek ne iyi geldi ❤️

    Cevapla
  4. Avatar
    Gonca Nisan 06, 2020

    Posta kutumda lokum bildirimi görmek ❤️

    Cevapla
  5. Avatar
    Senem Nisan 09, 2020

    Lokumcocuk hesabını ilk kez Dr. Denizden görmüştüm sanırım belki daha önceydi tam olarak hatırlamıyorum ama bir süredir takip ettiğim, çok da beğendiğim bir hesap, kadın ne güzel kitaplar buluyor dediğim, aa bizim kitaptan dediğim, aa onun da kızımla yaşıt kızı var diye sevindiğim vee nihayet şu sıralar acaba çocuklara neler okusam diye hesaba daha dikkatli ve derinlemesine bakınca şaşırıp kaldığım bir hesap. Neden mi? E çünkü meğer sen bizim Esraymışsın????

    Cevapla
    • Avatar
      lokumcocuk Nisan 11, 2020

      Seneem,ne tatlı bir tesadüf olmuş bu, hesabı sevmene ayrıca mutlu oldum. “Ilgın-seni çılgın” elifin dilinde hep 🙂 Yorumun için de çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere

      Cevapla
  6. Avatar
    Gülşah Mayıs 04, 2020

    Selam. Yeniden yazılarını okumak ne güzel Esra.
    Çok geçmiş olsun. ?

    Cevapla
    • Avatar
      lokumcocuk Mayıs 05, 2020

      Çok teşekkür ederim Gülşah, bana da senin buraya gelmen iyi geldi 🙂 Hey gidi günler…

      Cevapla

Yorum yapabilirsin

<