Biber Dolması

Yazının başlığının neden “Biber Dolması” olduğunu anlatabilmek için kısa yolu değil uzun yolu seçeceğim. Bir süredir aklımda dönüp duruyordu bu yazı ve sadece benim bilmemin biber dolmasına haksızlık olacağını düşündüm.

Hazırsak başlayalım.
Önce dolmaların iç kısımlarını çıkartıyoruz. Ya da önce pirinçleri suya mı koyuyorduk? Belki de tencereye zeytinyağı ve salça ekleyip onların kızarmasını bekliyorduk?
Dolma yapmadığım fazla belli oldu sanırım.
Neyse ki konumuz bir “yemek” olarak biber dolması değil.
Ama bir öncesi olduğu doğru.

Öncesi

Bir sene önce,
Daha önce hangi yazıda bahsettiğimi hatırlamadığım bir yazıda da bahsettiğim üzere, biz evimizi değiştirdik. Yeni evimizi ikinci kez görmeye geldiğimizde yanımızda çocuklar da vardı ve pek hayalimizdeki gibi bir yer olmadığından etrafa kuşkucu ve biraz da somurtarak bakıyorduk. O an tutunacak bir dal arıyor olduğumuzu şimdi daha iyi anlıyorum. Sonra yan taraftan bir adam geldi ve “Hi!” dedi. (Dalın kendisiymiş meğer.) Çocukları sevdi uzaktan ve bize tabure vermek istedi. Pandemi varken ve yaşı da ilerlemişken aklıma ilk olarak onu korumak geldi ve reddettik tabure teklifini. Eve de giremediğimiz için çocuklar sıkılmış ve yorulmuştu, teklifini yineledi ve  çocuklara en azından gofret verip veremeyeceğini sordu. Gerçekten kırmak istemedim, yabancı birinden bir şey almamıza çocuklar da şaşırmıştu hatta. Öyle yabani hissediyordum ki kendimi. Çekinerek aldık gofretleri ve kibarca “lütfen” deyince de ayaklarımıza inen kara sular tabure eşliğinde azıcık rahatladı.

Ayaküstü bir tanışma oldu ve eşiyle kendisinin de kısa süre önce Kanada’dan geldiklerini öğrendik. Lübnan asıllı olduklarını ama 35 yıldır Kanadada yaşadıklarını ve Fransızca öğretmeni olduğunu söylemişti Amir. (Adı böyle yazılmıyor sanırım, bu şekilde hitap ediyoruz.) Üç çocukları vardı ve onlar iş güç sahibi kocaman adam olduklarından onları Kanadada bırakıp Fethiye’ye gelmişlerdi. Yılın büyük kısmında burada olacaklarını ve ısınmak istediklerini söylemişti. Çocuklarla diyalogu, iletişimi müthişti. Kendisi söylemese de öğretmen olduğunu ve işini severek yaptığını tahmin ederdim sanırım.

İngilizce, Fransızca ve Arapçası vardı, Almanca biliyordu ve Türkçe’yi de öğrenmeye çalışıyordu. “Nasılsen” diyordu ilk haftalarda. Çocuklar pandemi sebebiyle ne Uşak ne de Adana’ya gidemediğimiz için dede şamatasından uzak anneanne ve babaanne sevgisinden de mahrumdu. Bu süreçte yine pandemi sebebiyle misafircilik oynayamadık pek ama ortak alan bahçede pek çok zaman geçirdik. “This İs Zemin”den daha iyi bir seviyeye ulaşmamı bir önceki komşum Janet’a borçluyum. (Küçük bir parantez: eski bloglarımdan birinde çok okunan bir yazıydı, benim ‘anlıyorum ama konuşamıyorum’ İngilizceme müthiş bir örnek. Dün de Amir’e dış cepheyle ilgili bir şey anlatırken “I want it but I cant ikna my husband.” dedim. Anladı valla. “He is right.” diyerek durumu anlattı. Beni ikna etti 🙂

Yazının daha en başında kısa yoldan gitmeyeceğimi yazmıştım ama saate bakınca da hafiften tadım kaçtı, sabahları 6’yı geçe uyanmak, hazırlanmak ve evi hazırlamak ve koşturmacalı mesaiye dayanmakta zorlanmaya başladım. (Daha az kahve tüketiyorum, hiç hoş değil.)

Amir

Kış aylarında Fethiye’de klima ile ısınmak daha zor olduğundan eksi 20 dereceli Kanadaya döndüler ve evlerinin sıcağında bize tatlı fotoğraflar yolladılar. “Happy New Year” dedik birbirimize ve birkaç ay önce de Amir ve Zeynep geldiler. Gelişlerini mümkün olsa havai fişekle kutlayacaktık maaile. Sonra bir sebeple Zeynep geri döndü ve uzun haftalar boyunca Amir yalnız kaldı. Onun için endişelendim ve akşamları ışığını takip ettim. Evlerimiz paralel uzanıyor neyse, aynı anda mutfakta bulaşık yıkarken birbirimizi görebiliyoruz. İçime yurdum anası kaçmış olacak ki yemek kültürleri bizden farklı olduğundan kek, pasta, poğaça yolladım Amir’e. Bize yeniden bir şey vermesi gerekmediğini anlatamadım, “cultural things” olarak her seferinde pastaneden kocaman pastalarla kapımızı çaldı. (Canım Eric, gece gece de andım seni.)

Ve sonra bir gün…

İşte geliyor biber dolması. Buraya kadar sahiden okuyan olur mu bilmiyorum.
Evde biber dolması vardı. Benim için zor ve kıymetli bir yemek. Düşündüm Amir de yapamaz. Sevme ihtimali de var. Yine de sorayım dedim. Google’a böyle şeyler sorunca saçma şeyler yazabildiği için direk kıvırcık kuzene sordum: “Biber dolmasının İngilizcesi neydi?” diye. Her şeyi biliyorum da biber dolmam eksik. Öhöm. Biz buna “tüm renkler tamam fıstık yeşili eksik” deriz. Ben derim yani severim fıstık yeşilini cümle içinde ve böyle zamanlarda kullanmayı. (Beynimin içine giren biri lafı neden direk anlatamadığımı da anlamış oldu.)

Es: “Do you like stuffed green pepper?”
Amir: “Thanks a lot, I dont like green pepper but thanks for asking”

Neden direk kapısına gitmedim çünkü evde değildi ve aslında dışarıdan yemek alma, bizde harika bir yemek var demek istedim.

Fakat bununla da yetinmedim:

Es: “Really? Maybe you like to eat inside only?”
Amir: “Thanks for everything.”

İçimdeki anne durmuyordu, o biber dolmasının içi veya dışı fark etmez bir şekilde yenecekti. (Çocuklarım yemiyor bu arada, onlara bu kadar sormamışımdır, yemezlerse o an ne varsa karınlarını doyururlar, ekmek yoğurt gibi. Yani yemekle kafayı bozmuş bir anne sayılmam.)

Olayın burada bittiğini sandıysanız yanıldınız. Henüz hayatımın -güzel- tokadını yememiştim ama ayak sesleri vardı. O sesleri duysam bu hayat tecrübesi sayılmazdı ve böyle bir yazı da olmazdı.

Eşim tam o sırada eve geldi ve eline tabağı tutuşturdum. Amir’e hazırladım, bekliyor diye kandırdım. Kendisi de biber sevmediği için şüpheyle baktı ama götürdü de tabağı. (Esra yok artık diye içinizden geçti. Duyuyorum hepsini. Valla bence de yok artık Esra!)

Veeeee

Eşim hiç beklemediğim şekilde biber dolmasıyla geri döndü. Ben şok. “Aa evde mi yok?” dedim.
Dur daha iyisi direk diyalogla anlatayım:
(tekrar olacak ama neyse)
Es: Aa evde mi yok?
Ab: (hafif sırıtarak) Yoo evdeydi, biber dolması sevmiyormuş.
Es: Öyle mi dedi? (Sanki daha önce demedi.)
Ab: Tam olarak şöyle dedi, “Biber dolması sevmiyorum ama beni düşündüğünüz için çok teşekkür ederim. Bu yemeği yemeyecek olmama rağmen alırsam doğru olmaz. Hem yemek boşa gider hem de size yalan söylemiş olurum. Ama gerçekten çok teşekkür ederim.”
Es: O kadar cümle mi kurdu?
Ab: Evet, adam haklı.

Tabak elimde kalakaldım. Amir gerçekten de ne kadar haklıydı. Bir biber dolmasıyla iyilik yapacağımı düşünerek ne kadar işgüzarlık yapmıştım. Sevmediğini söylediğinde kibarlık yaptığını düşünüp ona inanmamak da ne saçmaydı. Ben hâlâ yan komşumuza soğan ve sarımsak sevmediğimizi ve yemediğimizi (bunu duyanlar da inanmıyor mesela, “Hiç mi?” diyorlar, cevap: “Hiç”.) söyleyememişken Amir’in biber dolması karşısındaki duruşu, netliği ve aynı zamanda kibarlığı öyle etkilemişti ki beni oturup tüm tabağı yedim. Nişastalar midemde daha da şişti. Ne soda kesti beni ne kahve.

Vay be dedim, biber dolması.
Bu benim için bir simge oldu. Biri benden bir şey istemedikçe yapmamaya çalışmak veya istemediğini söylediğinde ona inanmak gibi.

Tamam bunu da söylemezsem olmaz. Hikâye burada bitmedi. Yazarken hafiften utanıyorum ama ben de hikâyeleri eksik anlatamıyorum ne yapayım.
Akşam şöyle bir mesaj attım:

Es: İs there anything you like to eat and cant do? Maybe we can do it for you?
Amir: Thanks a million… If I need anything or food I will let you know. SÖZ!!!”

“SÖZ” kısmını görünce de ayrı bir aydınlanma geldi. Yapmaya çalıştığım şey, iyilikti belki ama biraz sınırları zorlamamış mıydım? Şimdi bakınca gerçekten “Esra bir dur!” diyesim geliyor kendime.

Çocuklarımıza “dede” gibi olan yaklaşımı, samimiyeti, onları kısacık da olsa bisikletiyle gezdirmesi, kağıttan hayvanlar yapması, bahçeyi sulamalarına izin vermesi ve sadece yol gösterici olması benim için çok anlamlı.

Geçen yazın sonunda “Her gün denize gidiyorsun ne güzel, kitap mı okuyorsun?” gibi bir şey söylemiştim. Bana hayretle bakarak, “Deniz kenarında neden kitap okuyayım ki? Gün batımlarını kaçırmak istemem.” dedi. Sonra ekledi: “Sizin yaşlarınızdayken biz de yoğun çalıştık, çocuklarla koşturduk. Ama şu an buradayım ve burayı çok seviyorum. Her gün deniz kenarına gidiyorum. Bazen yüzüyorum ama genelde oturup denizi izliyorum, güneşe bakıyorum. Güneşi batırıp eve dönüyorum.” 15 dakikalık bisiklet mesafesindeyiz denizle ve denize ben bu sıklıkla gidemiyorum ve gitsem de eminim başımı kitaptan kaldırmayacağım. Amir’in bu hava içermeyen kendiliğinden bilgeliklerini çok seviyorum.

İlk geldiği zaman ona “Burası Türkiye, burada Türkçe konuşuyoruz, sen de Türkçe konuşacaksın.” diyen birine “Evet burası çok güzel bir memleket, ben de Türkçe öğrenmeye çalışıyorum ama şu an o kadar iyi değilim.” deyişindeki samimiyet ve kibarlık hâlâ aklımdan çıkmıyor. Söyleyen kişi adına nasıl utandığım da!

Bu yazıyı nasıl bir görsel tamamlar bilemedim, Amir’e yolladığım biber dolmasının fotoğrafı var, onu eklesem olurdu ama kendisini simge olarak bırakmaya karar verdim.

Her komşumuz böyle değil elbette ama samimiyet, her durumda diğerlerine üstünlük kuruyor.
Ne dersiniz?

(Sabah uyanırım umarım.)

*Bu yazı nicedir içimde dolup taşıyordu, bu vesileyle yazamadığım pek çok yazıdan ve benden yazı bekleyen kişiden de ufak bir özür mahiyetinde olsun. Gecelerin sihri ve vişne suyunun etkisi her zaman bir araya gelemiyor…

**Diğer Mantar Pano yazılarım tam şurada

lokumcocuk

2 Yorum

  1. Avatar
    Şirin Haziran 15, 2021

    Canııııım fena biber dolması çekti yalnız ?

    Cevapla

Yorum yapabilirsin

<