Belirsizlik ve Değişim Günlükleri-8

Bu günlükleri yazmaya nisan ayında başlamıştım. Yedinci günlükten bu yana neredeyse dört ay geçmiş olduğuna inanamıyorum. Zihnimde bu günlükler bazen diyalog şeklinde döndüğü için burada da paylaştım sanıyorum. Bunu sıklıkla yaşadıktan sonra şu an -başka şeylere vakit ayırmam gereken tam şu an- her şeyi bir kenara bırakıp; daha doğrusu masanın üzerindeki dağınıklığın tamamını elimle bir köşeye nazikçe savurup içimde birikenleri yazmak için imkan yarattım. Bu kendim için yaptığım bir şey olacak.

Günlüklerin başlamasına sebep olan pandeminin yıldönümü olmuşken önceki günlüklere de göz atmak isteyen olursa diye linklerini bırakıyorum.

Yürümek

Bugün, çok uzun zamandır hissetmediğim bir enerji ile güne başladım. Uykumu genelde alabildiğimi söyleyemesem de hafta sonu daha çok uyuduğumda ya sersem oluyorum ya da başım ağrıyor. Sanırım vücudum da kendini beş saat uykuya alıştırdı. Sabah işe giderken ve eve dönerken kısacık yürüme vaktim olmuştu. Bir de öğle arası bir saat hiç durmadan yürüdüm ve sanırım vaktim olsa günümün tamamını yürüyerek geçirebilirdim.

Yürürken yanıma sırt çantamı ve çoğunlukla kahvemi de alıyorum. Bu ara sudan daha fazla kahve içtiğimden şüpheliyim.

Keşfetme ve Gözlem

Bazen irkilerek fark etsem de canlıları, olayları, tepkileri, gelişmeleri gözlemlemeyi ve yorumlamayı seviyorum. Bu sebeple pazara gitmeye bayılıyorum, oradaki alışveriş, diyaloglar hatta pazarlıklar ve arka planda pazarcıların kendi aralarında konuştukları öyle ilginç geliyor ki, işim olmasa oturup tüm bunları saatlerce izleyebilirim. Birinin bana kahve getirmesi şartıyla tabii…

“Bir kız vardı,
Gözlerini dikip duran…” diyen Tim Burton şiirine de selam vermiş olayım.

Özlem

Ankara’daki arkadaşlarımı çok özledim. Adana’daki ailemi de çok özledim. Kimseye kavuşmak için gün sayamıyorum. Uzaklıklar, mesafeler, pandemi ve kişisel tedbirler sebebiyle özlediğim insanları bir daha ne zaman göreceğimi bilmemek canımı acıtıyor. Bu durumu yaşayan sadece ben değilim elbette ama herkes kendi özleminden sorumlu değil mi?

Kırgınlıklar & Sınır Çekme

Geçtiğimiz hafta ilginç bir şey oldu. Aslında son üç aydır benzer konularda ilginç olaylar oluyor. Sarsılmaz diye düşündüğüm zeminler sarsılıyor ve neticesindeki uzaklaşma beni öyle rahatlatıyor ki, sarsıntıya sempati duymaya başlıyorum. Geçen hafta ise tam olarak adını da koyamadığım, belki buna gerek de olmayan bir olayın içinde buldum kendimi. Kitaplar sayesinde çok kişiyle tanıştım, kitaplar yüzünden de çok kişiyle arkadaşlığım bitme noktasına geldi veya bitti. Elbette suç kitaplarda değil. Kabul edeyim, benim kitaplara olan -bazen aşırıya kaçan- hassas yaklaşımımda sebep.

Meltem Gürle’nin Kırmızı Kazak kitabındaki İncelikler Yüzünden bölümünü okumamış insanlar için pek bir şey ifade etmeyecek olsa da tam da bu sebeple kırıldığım konulara ve sonrasında sınırımı çekip yaşam alanımı genişletmemle yaşadığım rahatlamanın bana nefes aldırdığını da görüyorum. Sosyal medyada yakın arkadaşlarım, yayınevleri ve çizerleri takip etmeye çalışıyorum. Çoğu yazarı kitaplarını tekrar okuyabilmek için takip etmek istemiyorum, açık ve net söylemem gerekirse.

Nadir de olsa kitaplarla ilgili paylaşım yapan hesaplardan ilgimi çeken oluyor. Çocuk kitaplarının ne yazık ki “tanıtım ve pazarlama” aracına dönüşmesinden dolayı gerçek anlamda okur görüşü paylaşan kişileri bulduğum zaman seviniyorum. Hatta keşke “Beğen” ve “Yorum Yap” seçenekleri ortadan kalksa hatta “Takipçi” algısı da olmasa ve gerçek yüzlerle daha çok karşılaşabilsek diyorum. O kadar çok körler sağırlar birbirini ağırlar durumu yaşanıyor ki, kitaplardan çok kişileri konuşuyor olmak beni bu mecralardan uzaklaştırıyor.

Samimiyetin olmadığı yerde ise uzun süre kaldığımda nefes alamadığımı fark ediyorum. Tekrar edilip dillendirilecek önemde olmasa da yaşadığım gün oldukça canımı sıkan hemen ardından ise hayatımdan uzaklaştırdığım için rahatladığım bir sebep-sonuç ilişkisinin içinde bulmuştum kendimi. Nezaketin benim için ne kadar önemli olduğunu görmemi de sağladı, şimdi bakınca ne iyi olmuş diyebiliyorum.

Hayır

Bir süredir beklediğim “Hayır” cevabı da geçen hafta geldi. “Evet” anlamına gelebilecek nitelikte bir “Hayır” değildi bu, baya baya olumsuz anlamla dolu kocaman bir Hayır’dı. Belki beklediğim için belki de netlik yaşayıp yoluma devam etmek istediğim için bunu duymak beni üzmedi. Hayır’sa hayır.

How to train your turtle/ Yağmur

Anılar & Annelik

“İyi bir anne olmak için çok çalışıyorsun.” dedi Elif geçen gün. Hem haklı hem değil. Bazen çok kasıyorum gibi geliyor -bunun adı çalışmak olur mu emin değilim- bazen de çocuklarla hiç ilgilenmiyorum gibi hissediyorum. “Yeteri kadar” isminde bir nehir var, buradan geçmeye çalışan her ebeveynin suyun derinliğini ölçmeye çalışırken zorlandığını düşünüyorum. Dün de Google Fotoğraflar’da bir fotoğraf ararken kendimi Elif’in ağıt krizlerinin zirve yaptığı zaman diliminde buldum. Gerçek bir kuyu gibiydi, çıkabilmem zaman aldı. Krizleri birilerine anlatabilmek için bir süre sonra video çekmeye başlamıştım ve düne kadar varlıklarını unuttuğum videoları izlerken öyle çok ağladım ki, kendim bile inanamadım. Hep “Neden?” sorusunun peşindeydim o sıra. “Bu çocuk neden ağlıyor?” diye duvara ve taşa bile soracak hale gelmiştim. Videoda sesimdeki titremelerden o dönem için ne kadar yardıma ihtiyacım olduğunu fark etmek de sarstı beni.

Aradan geçen zamanda ağıt krizleri yerini başka şeylere bıraksa  ve rahatlama yaşamış olsak da ağıt sesine karşı tetiklenmem hiç geçmemiş. Ebeveyn olmak çocuğun kaç yaşında olursa olsun kolay bir şey değil, bir nevi delilik gerçekten. Güzel haber Elif harika kahveler yapmaya başladı, ben de “Neden?” sorusunun peşini bıraktım.

Doğum Günüm

Daha anlatmak istediğim çok şey var ama gerçekten vaktim az. Haftaya doğum günüm var. Heyecanlı ve mutlu hissediyorum. 36 olmanın nasıl bir şey olacağını veya neye benzeyeceğini bilmiyorum. Sağlık ve sevdiklerimle birliktelik dışında YAZMAnın hayatımda daha çok olmasını çok isterim.

Hayatın tadını çıkartarak yaşamak, gerektiğinde sınır koymak-hayır demek-kendini açıkça ifade etmek, yeniliklere açık olmak ve klişe olsa da kendini akışa bırakmak…

Bu yazıya denk gelip gelmeyeceklerini bilmesem de teşekkür etmek istediğim kişiler, kitaplar da var:

Kara balık, Tilki 8, Kumkurdu, Aylaklar Kumsalı, Kaygı Kuşu Deniz, Yağmur Yağdırabilir Misin Yağmur, Birilerine Eğlenceli Bir Şeyler Yapabilir Misin Şirin, Gönlümün Gönül’ü, Portakallı Kurabiyem İnciloş, iyi ki varsınız.

lokumcocuk

1 Yorum

  1. Avatar
    Şirin Mart 10, 2021

    Bundan sonra tek mottom
    “Ne yaparsan yap, eğlendirici bi şeyler yap!”

    Cevapla

Yorum yapabilirsin

<