Son Yelkovan

Son Yelkovan kitabı ve Dilge Güney ile mini söyleşimiz:

“Kalbini kötülük yönetmiyorsa yolundan şüphe etme.
Kapat gözlerini, dileğinin gerçekleşmesini bekle.”

Kitapta karşılaştığım bu cümlenin benim için de bir anahtar olabileceğini düşünmeden not ettim defterime. Gözlerimi kapattım ve dileğimin gerçekleşmesini bekledim, kalbimi kötülük yönetmiyordu (umarım) ama şüpheler bolca kurcalıyordu beni. Derken uzaktan bir kuş yaklaştı yanıma, dikkatimi çekti çünkü gerdanında kızıllık vardı. Bana dileğimin gerçekleştiğini, işte şimdi beni ona götüreceğini söyledi. Kısa bir yolculuktan sonra Anka ile karşılaştık. Beni göremedi ama bu hikayede yanında olmama izin verdi. İkimiz de metro kullanıyorduk, ikimizin de lise birdeyken tek derdi yazmaktı ve ihtiyacımız olan tek şey gerçeğin kurguya ve kurgunun da gerçeğe dönüşeceği bir evrende olabilmekti. 

Anka, bir gün metroda  çok sevdiği yazar Biranda Sarin ile karşılaşır ve ardından arkadaş olurlar. Bu arkadaşlık her ikisine de yeni kapılar açar. Ancak bir gün Biranda Sarin kaybolur ve Anka dışında kimse onu anımsamaz. Anka, Biranda’yı bulabilmek için evine gizlice girmenin yollarını araştırırken yazarın üst kat komşusu Uzay ile heyecanlı bir maceraya atılırlar.
Bu hikayenin en sevdiğim tarafı içerisine ustalıkla yerleştirilmiş gizem ipuçları oldu. İlk okumada es geçtiklerimi ikinci okumamda yakaladığım için de mutlu oldum. A. Hamdi Tanpınar’ın “zaman” kavramını sorgulatan dizeleri ile ilerlemek ve yüzleşmek de ayrıca keyif verdi.

 “…Anlarsın ölüm yoktur geçen zamandan başka.”

Anka’nın ailesi ile olan kopukluğu da irdelenmeye değer. Babası, Anka çok küçükken evden ayrılmış ve annesi de bu ayrılığın yükü ile Anka ve kardeşi Sumru’ya ilgisini eşit gösterememiş. Gençlik edebiyatında sıklıkla aileden kopukluk- iletişim sorunları işlenir. Bu durumun genç okurlara empatik bir kazanım-sağaltım yaşattığını düşünüyorum. “Onlar bir hayatı paylaşmıyordu, ortak yaşamın yükünü beraberce taşımaya çalışıyorlardı sadece.”

Anneye kıyamayıp “Acaba anne bu kadar kopuk olmasaydı nasıl olurdu?” dediğim noktada Niyetçi yanıtlıyor beni:

“Günün bir yüzü siyah diğer yüzü beyazken,
Gündüz gerçekliği gecede bulur
Her şey zıddı ile var olur
Aç gözünü!
İyinin içindeki kötüyü ve kötünün içindeki iyiyi bul!

Son Yelkovan kitabı

Bu macerada Anka’nın yanında olan Uzay için; “Dönüp gözlerinin içine baktım. Korktuğumdan değil, ona ihtiyacım olduğundan da değil. Sadece yanımda olmasını istediğim için.” demesi altını çizdiğim ve üzerinde durmak istediğim noktalardan biri. Son Yelkovan kitabının kapak görselinde başrolde bir “aşk” olmadığını tahmin etmiş ve buna sevinmiştim. 

Son Yelkovan kitabını Ekim ayında henüz yeni yayımlanmışken bir solukta okumuş ancak buraya yazmaya fırsat bulamamıştım. İkinci okumamı da geçen günlerde yaptım ve notlarımı toparlayınca fark ettim ki ilk okumanın hızıyla gözümden kaçan yerler olmuş. Anka ile yeniden buluşmak, gerdanı kızıl yelkovan kuşuyla uçmak gibiydi. 

“Kim bilir hangi gerçekler hangi kurgulara dönüşüyordu…” bunu biraz daha detaylandırabilmek için Son Yelkovan kitabı hakkında aklıma takılanları Sevgili Dilge’ye sordum.

Önce klasik bir soruyla başlayalım mı? Son Yelkovan hikayesini sana yazdıran ne oldu? Yelkovan kuşlarının ve Anka’nın sana geliş hikayesini çok merak ediyorum. 

Ne güzel soru, okuyunca bir süre düşündüm “Sahi ne yazdırdı bana bu romanı” diye… Son Yelkovan sıkça mitoloji-masal okuması yaptığım, belgesel izlediğim ve evren hakkında düşündüğüm bir döneme denk geldi. Sanıyorum en çok da zaman hakkındaki düşüncelerim sürekledi beni bu hikayeye. Zaman tanrısı Kronos, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ne İçindeyim Zamanın şiiri, dünyada yaşayan bana göre en “zamansız” tür olan tardigrat, okur olmanın takvim tutmayan büyülü yolculuğu, adı Yelkovan olan, nerede ürediği tam olarak bilinmeyen bir su kuşu… Hepsi bir araya gelince büyüleyici ama bir o kadar da kafa karıştırıcı görünüyor bana. Belki de bütün bunları bana zamanın kendisi yazdırmıştır, ne de olsa hepimiz onun esiri değil miyiz…

Neden bilmiyorum okurken Biranda Sarin’i senmişsin gibi düşündüm. Böyle bakınca kurguların gerçeğe ve gerçeklerin de kurguya dönüştüğü bir çemberde hissettim kendimi. Okurlar için merak payını ayıracak olursak bu kurgu ile “Yaşadığımız her şey “gerçek” bir kurgu.” diyebilir miyiz sence?

Böyle düşünmen çok hoşuma gitti, çünkü Biranda benim bugüne kadar kurguladıklarım arasında en sevdiğim karakter oldu. Benden izler taşıdığı doğru, yer yer kendimden esinlendiğim tarafları var ama benden çok farklı yanları da var. Ben onun kadar gözü kara değilim örneğin, bu özelliğini hayranlık duyduğum başka bir kadına borçlu. Kısacası Biranda’yı farklı kadınlardan ilham alarak kurguladım diyebilirim. Kurgular, karakterler, mekanlar hepsi yapboz parçaları gibi, bin bir değişik olaydan kopup kurgunun içinde farklı noktalara ulaşıyorlar. Böyle bakınca her şey “gerçek bir kurgu” mu bilmiyorum, belki de öyle… Ama itiraf edeyim ben son yıllarda her şeye “kurgu olur mu?” gözüyle bakıyorum. Yaşadığım her yeni tecrübe için, bir gün bir yerde kullanırım diye heyecanlanabiliyorum. Mutsuz anlarımda bile, o sırada çalıştığım dosyanın hüzünlü sahnelerini açıp içimi döktüğüm oluyor.

Hikayenin başında ve tam ortasında yer alan terör saldırıları öyle bir korku düşürdü ki içime kitabı okurken Kızılay’a gitmek, metroya binmek ve hatta kitabı yanımda taşımaktan korktum. (Bu, benim deliliğim tabii) Bu saldırı ögelerini hikayeye eklemenin özel bir sebebi var mıydı?

İnce bir çizginin üzerinde yürüyoruz. Hayatımızın masalsı yanı hayallerimiz, dileklerimiz ve umutlarımız bir yanda; gerçek dünyanın canımızı yakan gerçekleri öbür yanda. Anbean çizginin sağına soluna kayabiliyoruz, en umutsuz anda bir tebessüm bile bizi karanlık taraftan aydınlığa çekebiliyor. Günlük hayatın içindeki bu basit ve hızlı geçişler beni derinden etkiliyor. Son yıllarda ülkemizde yaşanan terör olaylarından hepimiz çok etkilendik. Bana kalırsa en çok da romanın ana hedef kitlesi 12-14 yaş arası gençler için sarsıcıydı. Hem tüm detaylarıyla olaylara hakim olacak kadar yetişkinler, hem de dünyanın karanlık arka sokaklarına hazırlanmak için zamana ihtiyaçları var.

Sevdiklerimizi kaybettik, bazılarımız ölümün eşiğinden döndü, içimizdeki ışığı kaybettiğimiz anlar oldu. Ama ne olursa olsun, Carl Sagan’ın dediği gibi “bizim soluk mavi noktamız” bütün ihtişamıyla dönmeye devam ediyor. Yıldızlar patladığında geride inanılmaz bir manzara kalıyor. Ağaçlar toprağın altında kurdukları mantar ağlarıyla birbirleriyle haberleşiyor, birbirlerine yardım ediyor. Sadece gökyüzü bile, her gün bulutların, ayın, güneşin çizdiği türlü desenlerle bize başka başka tablolar sunuyor. Bence karanlık dünyamızın içindeki büyülü tarafı görmek için biraz dikkatli bakmak yeterli; kim bilir belki de gençlere bunu anlatmak istemişimdir.

Kronos’un hikâyesi

Tüm kitaplarında karakter ve yer isimlerinin mitolojik ögelere dayandığını ve isimlerin anlamlarının hikaye ile örtüştüğünü fark ettim. Merak ettiğim şey şu, karakteri kurgularken ismini nasıl belirliyorsun? 

Fantastik edebiyatın en önemli ilham kaynağı bana göre mitler. Mitler, tüm efsanelerin, destanların, masalların, hatta bugün okuduğumuz edebi türlerin de kökenlerini oluşturuyor ve bilinçaltı üzerine çalışan bilim insanları, mitlerin evrensel geçerliliğe sahip yaşam kalıpları olduğunu ve her insan için anlamlı mesajlar taşıdığını söylüyor. Hayalbazlar Geçidi’ni yazarken Türk mitolojisi çalışmaya başladım. Ne yazık ki batı mitolojileri gibi yaygın  olarak bilinmiyor bizim mitlerimiz. Ancak okudukça çok naif ve doğa ile dost bir mitoloji olduğunu fark edip çok sevdim. Bir gazetede bir yıldır Çocuklar için Türk Mitosları ve Anadolu Efsanelerini anlattığım bir yazı dizisine devam ediyorum, mitoloji çalışmalarımı günden güne geliştiriyorum. Son Yelkovan’da ise Yunan mitlerinden izler var. Zaman tanrısı Kronos’un hikayesi beni hep çok etkilemiştir.

Çocuklarını canlı canlı yutmasının, zamanın yarattığı her şeyi yok etmesi olarak açıklanmasını çok ilginç buluyorum. Türk mitolojisindeki karşılığı Öd Tengri hakkında yeterli kaynağa ulaşamadığım için yine civar topraklarda anlatılan Yunan mitlerinden faydalanmak istedim. Kronos böylelikle Akrep karakterine ilham veren bir tanrı olarak Son Yelkovan’daki yerini aldı.

İsim seçmek benim için kurgu yapmanın ve karakter yaratmanın en keyifli yanlarından biri. Sevdiğim isimleri kaydettiğim, ihtiyaç halinde dönüp bakabileceğim özel bir listem var ve bunun dışında kurgunun ihtiyacına göre uzun araştırmalar da yapabiliyorum. Son Yelkovan’daki ana karakterin adı Anka. Anka kuşunu anlatan masalları hep çok sevmişimdir, yanması ve küllerinden doğması bana çok etkileyici gelir, zor zamanlarda cesaret verir. Son Yelkovan’da da Anka pek çok iniş-çıkış yaşıyor, hayatının her alanında onu zorlayan olaylar var ama o vazgeçmiyor. Hayallerinin peşini bırakmayan, güçlü bir genç kız ve ben ona bu adı çok yakıştırdım. Sürekli sorun yaşadığı ve zaman zaman kıskandığı kızkardeşi Sumru’nun adı ise gerçek dünyada yaşayan sumru kuşundan geliyor. Aynı odayı paylaşan bu kızkardeşler, aslında gerçekle hayalin içiçe geçtiği dünyamızı temsil ediyor. Biranda ise yine zaman ile ilintili bir isim.

Bu isimde bir arkadaşım var ve ben ilk duyduğumdan beri bu adı kullanabileceğim bir yer bulabilmek için heyecanla bekliyorum. Kitapta Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın” şiirinde sözü geçen “yekpare geniş bir an” ile ve aynı zamanda ölümsüz ya da başka bir tabirle zamansız tardigratlarla bütünlük sağlayan bir isim ve hikayenin içindeki anlık devinimleriyle de karaktere çok uyduğunu düşünüyorum. Üç örnekle karakter isimlerine bakışımı anlattım sanırım; özetle hiçbir karakterimin ismi tesadüf değil ve ben bunu yapmaktan keyif alıyorum.

Çok teşekkür ederim.

blank

Dilge Güney

 “Hepimiz yıldız tozu değil miyiz? Yıldızlardan geldik yine yıldızlara döneceğiz…”

*Dilge’nin Hayalbazlar Geçidi kitabının yorum yazısını buradan ,Annemin Çocukluğu Nerede kitabınınkini şu linkten okuyabilirsiniz.

Son Yelkovan
Yazan:Dilge Güney
Yakın Kitabevi, 2018, 200 sayfa,12+

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<