Yaşadıklarımın hayatımı çok fazla etkilediğine karar verip kendimce alıştırma turlarına başladım. Evinde her zaman en az bir kedisi olan kuzenime gittim; ama koltuğa öyle bir yapışmıştım ki kilolarından yerinden kıpırdayamayan güzelim Mestan’ı bile şaşırtmıştım. O zamanlar oyuncak kediye dahi dokunamıyordum. Ancak gerçekten inat edip bu korkumun üstüne gittim. Oyuncakçıdan pek sevimli kedilerle gelen arkadaşımla alıştırmalar yaptık. İşin aslı kedileri zaten çok seviyordum ve onlara saygı duyuyordum, lakin birazcık(!) da korkuyordum işte.
Zaman geçtikten sonra birkaç veterinere gidip (petshoplara değil) kedilere bakmaya başladım ve oyuncu olmayan, sakin bir sokak kedisini evime almak istediğimi söyledim. Sonunda veteriner beni aradı ve sokakta buldukları 6 aylık bir kediyi kısırlaştırdıklarını, kedinin çok sakin mizaçlı olduğunu söyledi. Değil kucağıma almak, dokunmayı bile beceremediğim kediyle evde başbaşa ne yapacaktım acaba?
Aklımdan neler geçiyordu bilmiyorum ama Lokum’u ilk gördüğün an, onu çok sevdiğimi ve ondan korkmamam gerektiğini anlamıştım. İlk zamanlarda evde tam bir kaçma kovalamaca yaşadık. Kaçan bendim ama işin tuhafı Lokum beni kovalamıyordu. Kaloriferin önünde onun için aldığım minderde usulca uyuyor, sadece yemek ve tuvalet ihtiyacı için yerinden kalkıyordu. Derken bir gün Lokum kanepenin üzerinde yatıyorken ben kaloriferin önündeki minderi kapıp kitap okumaya başladım ama gök gürültüsünden dolayı okuduğum kitaba odaklanamıyordum. İşte o ara Lokum minik bir hamleyle kucağıma atladı ve bana resmen sarılarak kucağımda uyuklamaya başladı. Kalbimin güm güm sesi gök gürültüsünü bastırdı mı bilmiyorum ama Lokum’un sıcaklığıyla sakinleştim ve o günden sonra kedi korkumu yendim. (Gök gürültüsünden hala hoşlanmam.)
Sokakta gördüğüm tüm kedileri mıncırmam; çünkü kedilere saygı duyuyorum, onlar yaklaşmadıkça onları asla rahatsız etmemem gerektiğini biliyorum. Lokum ile üç sene birlikte yaşadık, eşimin alerjisi ve bebek sahibi olmamız sebebiyle Lokum’u “kedili kadın” kuzenime verdik. Bizimleyken ev hayatı yaşayan ve camdan dışarıyı izlediğinde içim burkulup “Acaba dışarıda olmak ister miydi?” dediğim tatlı kedim, şimdi bahçeli bir evde dilediği zaman ağaçlarda koşturup, eve geldiklerinde de kuzenimin ve kızının saçında (bazen yüzünde, gözünde) uyukluyormuş.
Kuzenimin kızı Çağla ise hep kedilerle büyüdüğü için bana bu hikaye onu hatırlattı. Minicikken kedisini sırtında taşıyıp onunla oyunlar oynardı. Lokum hayatıma girdikten sonra ben de benzer bir şeyi düşünmüş, kedili bir evde büyümenin ne kadar iyi olabileceğini hayal etmiştim. Elif şimdi tüm bu bilgilerden habersiz olarak kedilerin peşinde koşturup “pişi pişi” diye onları oyuna davet ediyor.
Kedilerle olan ilişkimi uzunca yazmamın sebebi aslında yaklaşık bir yıl önce Lokum’un evden ayrılmasıyla benim, içinde kedi olan her şeye ve her hikayeye daha da sarılmış olmam. Miks de onlardan biri, belki son günlerde okuduğum en özeli…
Miks Maks ve Meks’in Öyküsü
Miks, Maks’ın kedisi. Pardon, yanlış söyledim. Maks, Miks’in insanı. Ya da biz en iyisi mi Maks ile Miks ya da Miks ile Maks birbirlerini seviyorlar diyelim.
Miks ile Maks, çocukluklarını Münih’te ulu kestane ağaçlarıyla kaplı uzunca bir sokakta geçirirler. Maks on sekiz yaşına girdiğinde tek başına yaşamaya karar verince de bol ağaçlı, sakin bir sokakta birlikte yaşamaya başlarlar.
“Bazen annemle babamı ya da kardeşlerimi özlediğimde bir hüzün çöker mutlaka ama sen varsın ya, yalnız olmadığımı biliyorum.”
Maks, açık havada dolaşmanın Miks için önemli olduğunu bildiğinden banyodan çatıya küçük bir delik açıp kapak takar, altına bir de merdiven dayar ve Miks için bu merdiven çatılarda dolaşıp açık havanın keyfine varmanın en güzel yolu olur. Ancak bir gün Maks’ın kütüphaneye geri vereceği kitaplarla dolu olan kutuyu görmeyen Miks, kutuya çarpar ve gözleri kör olur.
Hikayenin tam da bu noktasında donup kaldım. Zaten Lokum’un evden mecburi ayrılışı hâlâ içimde bir yara iken daha en başında içime sarıp sarmaladığım Miks’in başına böyle bir şey gelmesine çok üzüldüm.
Meksika faresi Meks ise neşeli ve abartılı cümleleri, atik ve korkak hareketleri, her daim aç olup tahıl gevreğine zaafı ile hikayenin başka bir ucundan bana sırıtıyordu. Kör olan bir kedi ile ona dışarıdaki her şeyi anlatan tatlı bir farenin arkadaşlığı yeniden içimi ısıttı.
Sepulveda, oğlu Maks’ın Yunan heykellerine benzeyen kedisi Miks’in başına gelen trajik olaydan sonra kedice sessizliğini seslendirmeye çalışmış bu hikaye ile. Benim aklım ise ağaç tepelerinde kuş kovalayan yeşil gözlü Lokumumda kaldı.
Resim yapabilen çoğu insan tatlı bir kedi çizebilir, ama sadece bazı çizerlerin çizdiği tatlı kedi resimleri size gülümser. Kitabın çizeri Mert Tugen’in çizdiği kedi de onlardan biri olsa gerek ki ben de ona gülümsedim. Çatıda Miks ile Meks’in yanlarına oturup sohbetlerine ortak oldum ve bu cümleleri bana hatırlattıkları için onlara teşekkür ettim.
Arkadaşlar birbirine destek olur, bir şeyler öğretir, başarıları da hataları da paylaşır.
Arkadaşlar birbirlerini mutlu etmek ister.
Arkadaşlar birbirinin özgürlüğüne önem verir.
Arkadaşlar birbirlerinin sıkıntılarını anlar, çare bulmaya çalışır.
Gerçek arkadaşlar sessizliği paylaşmayı da bilir.
Gerçek dostlar daima birbirlerine göz kulak olur.
Gerçek dostlar hayalleri de umutları da paylaşır.
Gerçek dostlar, hayata neşe katan küçük şeyleri de paylaşırlar.
Dostlar, asla birbirlerini aldatmazlar.
Arkadaşlar el ele verdi mi kimse onları yenemez.
Gerçek dostlar, her ne olursa olsun zorlukların üstesinden gelmek için birbirlerine yardım eder.
Gerçek arkadaşlar sahip oldukları en güzel şeyleri paylaşırlar.
**”Martıya Uçmayı Öğreten Kedi” kitap yorumunu da buradan okuyabilirsiniz.
Resimleyen: Mert Tugen
Can Çocuk, 2015, karton kapak, 54 sayfa
0 Yorum
Yorum gözükmüyor
Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!