Ben Bir Hayaletim / Kuş Olsam Evime Uçsam / Güzin Öztürk

Pek tarzım değildir ama bu sefer bir yazarın iki kitabını aynı yazıda yorumlamak istedim. Konuları da birbirine yakın değil aslında ama peşpeşe okumalar yapınca ortaya böyle bir sonuç çıktı. Ve daha güzelini en baştan söyleyeyim, aklımda oluşan sorulara cevap bulmak için yazar Sevgili Güzin Öztürkün de kapısını çaldım ve o da beni oldukça misafirperver bir şekilde karşıladı.

Kuş Olsam Evime Uçsam uzun zamandır kitaplıkta bakıştığım bir kitaptı ancak nedense elim bir türlü gitmiyordu,çok mu hüzünlüydü acaba? Kitapla ilgili olumlu yorumları okudukça merakım daha da kabardı ancak yine de önce “Ben Bir Hayaletim” kitabını okudum. Neden bilmiyorum ama kapaktaki kız bana biraz daha fazla “Beni görsene!” diye fısıldıyordu sanki.
İşte Mila ile böyle tanıştık. Aslında benim de onu görmem biraz zaman aldı çünkü o bir hayalet. Yok canım kitabın konusu korkulu ögeler değil; Mila sadece otizmli bir çocuk; tam da bu sebepten hepimiz için biraz görünmez.


“Hiç deniz feneri gördünüz mü? Işığı ile denizi aydınlatır… Aydınlatmaz. Lambası döner çünkü. Dönen şeyleri çok severim. fener ışığı uzaktan bakınca hem görünür hem görünmez. İşte ben de onun gibiyim. Belki de bir deniz feneriyim.”


Çocuk kitaplarında karakterin kendini anlatması durumu beni her zaman daha çok etkiler. Bu cümleler başlı başına bir hikayedir aslında, zihnimizdeki boşlukları doldurur ve ardına yeni sorular ekler. Mila’nın “ben bir hayaletim” diye kendini fark etmesi, kabullenmesi ve içsesi ile olan diyaloglar çok gerçekçi ve dokunaklıydı.

Ben Bir Hayaletim…

Bu kitap, 5 yaşında otizm tanısı konan bir çocuğun anne ve babası ayrıldıktan sonra annesi ile beraber otizmli olmayı öğrenme sürecini anlatıyor. İşin içinde bir baba figürü de olsa güzel olurmuş aslında ama hayat her zaman öyle toz pembe ilerlemiyor ve gerçek hayatta yaşanan bir tökezlemede ortadan kaybolan baba figürlerine ve mücadeleye tek başına devam eden annelere daha sık rastlıyoruz. Bu hikaye tam da bu sebeple sadece Mila’nın hikayesi değil bence. Annenin de önemli bir yol alma hikayesi…Yeri gelip nasıl davranacağını bilememe, kızından saklı ağlama hali oldukça gerçekçi.

Ve Beşir…

Kuş olsa evine gitmek isteyen boncuk gözlü çocuk.
Ailesiyle beraber Suriyedeki savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen ve burada önce çadırlarda sonra küçük bir evde hayatına devam ederken hem yaşamı hem ölümü yakından gören bir minik kalp.

Beşir’in kocaman yüreğine sığanların başında ıhlamur ağacı Tartus’un tohumu oluyor ve aslında “savaştan kaçamazsınız” diyenlere inat bu tohum umudun ve yaşamın da devamını temsil ediyor.

Beşir’in büyükannesinin nerede olduğunu bilmiyoruz ama o hikaye boyunca hep yanımızda duruyor ve her durum için söyleyecek bir lafı / deyişi var. Beşir’in tüm bunları aklında tutabilmiş olmasına ve yerli yerinde kullanımına biraz şaşırdığımı itiraf etmem gerek.
Benzer bir itirafı Beşir’in zaman zaman yetişkin ifadeli cümleleri için de kurmak istiyorum. Bu çocuğu yaşadıkları mı büyüttü yoksa bu kadar dedirtiyor.
Okur olarak naçizane eleştirim ise konunun biraz fazla duygusal sularda yüzen havasına. Konunun kendisi yeterince ağır iken acaba bu havanın içine biraz daha nefes aldıracak molalar mı koyulsaydı?

Yorumumda yer vermediğim ama çokça merak ettiğim diğer hususları ise Güzin Öztürk‘e sordum. Sorular ve cevapları kucağımda Keremle hazırladım, ekledim, “white noise”la da olsa bana bu imkanı veren oğluma ve hastayken beni kırmayıp sorularımı yanıtlayan sevgili Güzin Öztürk’e ayrıca teşekkürler 🙂

Öncelikle Mila’dan başlamak ve onu biraz daha görünür kılmak istiyorum. Bu hikaye aklınıza nereden geldi demek konuyu basitleştirmiş olur; o yüzden ben Mila’nın sizdeki hikayesini öğrenmek istiyorum.

Otizm kelimesini yıllar önce bir show pogramına canlı olarak bağlanan bir annenin feryadı ile duydum. O anne kendisini o kadar çaresiz hissediyordu ki, çok izlenen bir show programına bağlanabilirse bir şekilde duyulabilir, görülebilir olacaklarını düşünüyordu. Dakikalarca konuştu ve oğlu ile yaşadıklarından, devlet tarafından karşılanan özel eğitim derslerinin yetersizliğinden ağlayarak bahsetti. Çok üzüldüğümü, çok etkilendiğimi hatırlıyorum.

O annenin çaresizliği, anlattıkları bugün gibi aklımda. İlk romanımdan sonra, Mila’yı yazmaya karar verdim. Geçen sene, çocuk edebiyatı günlerine katılmıştım ve orada bir özel eğitim öğretmeni ile tanıştım. Ne yazdığımı bilmiyordu ve “Bir kişi olsun şu otizm konusunu yazsın, otizm nedir çokça insan bilmiyor,”diyordu. Mila, o show programına bağlanan anne gibi hem güçlü hem de kırılgan bir annenin çocuğu olarak yıllar sonra bu şekilde ortaya çıktı.

Hayaletlerin kapsamına kimler giriyor sizce ve onları fark etmek neden bu kadar zor?

Hayaletlerin kapsamına özellikle faklılıkları olan çocuklar, insanlar giriyor. Otizmli, down sendromlu, fiziksel farklılıkları olanlar, duyamayan, dikkat dağınıklığı olan çocuklar hatta bazen bu tip farklılığa sahip olmayan çocuklar bile. Okullarda ve sosyal yaşamda, diğer çocuklarla uyum sağlamayacağı, düzeni bozacağı, rahatsızlık vereceği düşünülen çocuklarla ilgilenmek sabır ve emek istiyor. Bu bakış açısı ile kaynaştırmalı eğitime devam etmeleri de çok zor. Mutlaka çaba gösteren ve topluma kazandırmaya çalışan öğretmenler vardır ama sayıları azdır diye tahmin ediyorum. Zor olanı kabullenmek ve mücadele etmek, farklılıkları olan çocuklar için çaba sarf etmek, emek ve zaman istiyor. Belki de bu yüzden fark edilmiyorlar. Yada , bilmiyorlar, duymamışlar… Çoğu insan için fark etmek, acımaktan ibaret oluyor. Oysa acımak yapılabilecek en kötü şey.

Özel öğretmeni Melis Mila için bir şans ve Örümcek Kardeş hikayesi gibi hoş detaylar var ama okuldaki öğretmenine hiçbir şey söylemiyorlar. Sınıf arkadaşlarından saklamaları belki normal ama öğretmenine neden bu durumdan bahsetmiyorlar?

Özel öğretmeni, Mila’nın evine geliyor. Mila, çoğu otizmli çocuktan biraz daha farklı. Kitabı okuyanlar bilir, Mila bir serçe parmağı. Mila’nın annesi, benzer durumlarda bulunan çoğu annenin çocuğu için düşündüğü gibi kızının etiketlenmesinden korkuyor. Kızı için pek çok şey yapıp çaba gösteriyor, koşturuyor ama koruma iç güdüsüyle yanlış yapıyor, saklıyor. Tabii ki doğru değil, böyle bir durumda, ev-okul-özel eğitim üçgeni ne kadar birbirine sıkı sıkıya bağlı olursa ilerleme o kadar iyi olur. Ben burada, çoğu annenin koruma iç güdüsüyle aldığı bazı kararların ve yaptıklarının tam tersine zarar verebileceğini, özel çocuğun gelişimini olumsuz etkileyebileceğini anlatmak istedim.

Mila’nın hikayesini gayet keyifle okurken bir anda bir polisiye ile karşılaşıyoruz. Burada biraz afalladım ve bu naif hikayeye neden böyle bir yan konu ekleme ihtiyacı hissettiniz merak ettim 🙂

Mahallenin çocukları ile Mila, yakınlaşmalarının ardından mahalledeki söylentileri, duvar süslerini duyuyor. Bu onun için hem korkutucu ve bambaşka hem de heyecan verici bir dünya. Çünkü, diğer çocuklar gibi normal! olmayı istiyor. Onların kendilerince çözmek istedikleri gizeme kayıtsız kalamıyor. Aslında, tam olarak polisiye diyemeyiz ama minik bir macera diyebiliriz. Bu macerayı yaşarken de, kaygıları, korkuları, üzüntüleri hep var. Evet, kitapta otizmli Mila’nın hayatını anlatıyorum, onun görünür olma çabasını ama aynı zamanda Mila’nın düşüncelerinin dışında da akıp giden bir hayat var. Mila, o küçük macera ile, duvar süsleri ile ilgili söylentilerin dönüp durduğu o mahalle yaşantısı ile hayata karışmak için adımlar atıyor. Oldukça renkli bir mahalle. 🙂


 Her iki hikayede de koku detayları var, annenin ağaç, babanın ekmek, arkadaşının sakız kokması gibi. Okurken bu kokuları hissetmemek mümkün değil. Peki, sizce Mila ve Beşir ne kokuyor?
Kuş Olsam Evime Uçsam’da, Beşir’in annesi ona koku canavarı diyor.Kokulara karşı çok hassas. Mila ise, sadece annesinin ellerinin ve evinin kokusunu iyi biliyor. Çünkü, uzun bir zaman kapalı korunaklı küçük dünyalarında yaşıyorlar. Beşir, benim için ıhlamur kokulu. Mila, ise çilekli şeker gibi kokuyor.

Kuş Olsam Evime Uçsam kitabında Beşir’in yaşadıklarına kendi gözlerinden ve hatta duygularından tanık oluyoruz ancak bazı yerlerde de yetişkinlerin kullanabileceği ifadeler / mesajlar var. “Bazı içkiler insanı sarhoş yapar. Küçükler içmez onlardan.” / “Gece tek başına sokakta olmak, çocuklar için güvenli değil.” Gibi. Sahiden de bir çocuğun iç sesi bu kadar büyümüş olabilir mi?

“Bazı içkiler insanı sarhoş yapar. Küçükler içmez onlardan.” / “Gece tek başına sokakta olmak, çocuklar için güvenli değil.” Bu sözlerden ilki, Beşir’in babasının diğeri annesinin Beşir’e söyledikleri. Çocuklar, anne babaların söylediklerini dinlemiyormuş gibi görünseler de hemen hafızalarına alıyorlar. O iç ses, anne ve babadan duyulan, öğrenilen şeyler. Ama şu da bir gerçek ki, savaştan kaçmak ve ülkesini terk etmek zorunda kalan bir çocuk, küçük yaşta büyümek zorunda bırakılıyor. Kuş Olsam Evime Uçsam’ı yazarken, göçmen çocuklarla yapılan sokak röportajlarını dinlemiştim. Görünüşleri çocuk ama söyledikleri bir yetişkinin dünyasından çıkan, bir yetişkinin söyleyebileceği sözlerdi. Savaşı yaşamış ve şiddet dolu bir ortamdan gelmiş bir çocuğun bunlardan etkilenmemesi mümkün değil.

blank

“Bir ağacın savaştan kaçmasına yardım ettim.” Diyor Beşir ve ardından ıhlamur ağacı Tartus ile tanışıyoruz. Umut gerçekten de bir avuç toprağın içine gizlenmiş o minik tohumda olabilir mi?

Savaştan kaçan Beşir, hayata bir tohumla tutunuyor. Umut, belki de bir çocuğun bir tohumu kurtarmaya çalışmasında gizlidir. Belki de, bir çocuğun savaştan zarar gören başka bir canlı, bir ağaç yaşasın diye uğraşmasında gizlidir. Belki de, bir karıncayı incitmekten korkan, topraktan çıkan solucanı okşayan, dalındaki çiçeği koparırsa canının acıyabileceğini düşünen çocukların temiz duygularında gizlidir.

İşlenmesi zor konuları, kahramanlarının gözünden aktarmışsınız. Bu durum, bu hikayeleri okuyan çocuklarda bir farkındalık yaratıp, kahramanları “görünür” kılar mı sizce?

Kuş Olsam Evime Uçsam romanını okuyan çocuklardan çok güzel ve anlamlı tepkiler, geri dönüşler aldım. Gittiğim okullarda, bana Beşir’in gerçek olup olmadığını, şimdi nerede yaşadığını, ondan haber alıp almadığımı soranlar oldu. Mektup yazanlar, Suriyeli bir arkadaşları olursa onunla parkta oynamaktan mutlu olacaklarını söyleyenler oldu. Zehra’nın kulakları duymuyordu. Gittiğim bir okulda öğrencilerden biri bana, “Neden Zehra’nın kulakları duymuyor?” dedi. Ben de ona, yaşamda tüm farklılıklarla var olduğumuzu, duyan veya duyamayan, gören veya göremeyen insanlarla aynı dünyayı paylaştığımızı ve bunun gibi şeyler söyledim.

Soruyu soran çocuğun yanındaki arkadaşı, “Yazar abla,” dedi. “Onun hem annesi hem babası duymuyor da ondan sordu.” Ben de eğilerek, soruyu soran çocuğa yaklaştım. “Zehra’nın duymuyor olması seni üzdü mü? Ne düşünüyorsun?” dedim. “Bence çok iyi olmuş. Ben okurken üzülmedim,” dedi. Yani, bana soruyu soran o çocuk, kendi anne ve babası gibi olan bir karakterle kendisini, ailesini özdeşleştirmiş. Bana, yalnız olmadıklarını hissettiğini düşündürdü. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

Aynı şekilde, Ben Bir Hayaletim ile, Mila gibi arkadaşları olanlar veya olmayanların yaşama ve insanlara daha farklı bakabileceklerine inanıyorum. Farklılıklar ile ilgili aslında daha çok biz yetişkinlerin ön yargıları var. Çocukların, saf duygularla birbirleri ile yakınlaşmaları çok daha kolay. Etiketlemek dediğimiz şey biz yetişkinlere mahsus. Çocukların kalpleri çok güzel ve büyük. Onların kalplerinde otizmli Mila’ya da yer var veya başka farklılığı olan bir çocuğa da… Ben , Mila’nın hikayesini anlatarak onun gözünden karmaşık dünyasının nasıl göründüğünü aktarmaya çalıştım. Okundukça, hayalet olduklarını düşündüklerimizi zamanla görünür kılacağına inanıyorum, inanmak istiyorum…

Ve son olarak, siz kuş olsanız nereye uçmak isterdiniz?

Kuş olsam, oğlumla birlikte sessiz ve sakin bir sahil kasabasında, başımızın üstünde martıların ve sığırcıkların uçuştuğu, yaprakların hışırtısının kulaklarımızdan eksik olmadığı bir yere, bahçemizdeki toprağı ekip biçebildiğimiz, oğlumun kasaba okuluna gidebileceği ve okuldan sonra kırda koşturup özgürce oynayabileceği ve huzurla yazabileceğim bir yere uçardım.

Ben de son olarak bir şeyler ekleyeyim;elbette her okur kitabı kendi çerçevesinden yorumlar ve bu çerçeve bazen dar bazen geniş bazen objektif bazense önyargılı olabilir. Kitapları okuduktan sonraki okur yorumum biraz daha mesafeliydi ancak yazarın açıklamaları baktığım alanda karanlık kalan yerleri aydınlattı. Bu sebeple de kendisine emeği için ayrıca teşekkür edeyim 🙂

Son soru da size olsun sevgili sessiz okuyucu, sen kuş olsan nereye uçmak isterdin?

Ben bir dünya turu yapıp öyle karar vereyim diyorum 😛

  • Güzin Öztürk’ün son kitabı “Kayıp Kapının Anahtarı” kitabının yorumunu buradan okuyabilirsiniz.

Kuş Olsa Evime Uçsam / Ben Bir Hayaletim
Yazan: Güzin Öztürk
Tudem Yayınları

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<