Geçen seneyi pek az gençlik romanı okuyarak kapattığımı fark edince 2018 kitap hedeflerime bu eksiği kapatacak isimler not almıştım, onlardan biri de Karda Birdoksan’dı. On8 Yayıncılıktan okuyup da sevmediğim kitap pek az. Bu kitaba da o yüzden büyük bir heyecanla başladım. Ne anlatacağını çok da önemsemedim çünkü Alman Edebiyatına olan zaafımı sanırım blogu okuyanlar biliyordur. Kerem’in gece uyumamalarının da katkısıyla kitabı 1 günde bitirdim ki araya kitap almadan okumak çok hoşuma gitti 🙂
Kitap, defalarca okuyup hayallere daldığım deniz tasviriyle başlıyor.
“Bir deniz hayal et. Ortalama bir deniz. Sıradan bir deniz. Abartılmış bir deniz değil, kartpostallardaki gibi değil, çok daha güzeli…” Paragrafın sonunda yazarın bize neden bu kadar özenli bir deniz hayali kurdurduğunu öğreniyoruz; çünkü Stella Maraun’un gözleri tam da böyle. Eh, bu kadar özenli bir betimlemeyi sanırım sadece aşık bakışlar yapabilir. Stella’nın deniz gözlerinde kaybolan da onun çocukluk arkadaşı ve kapı komşusu Adrian. Uzamasının önüne bir türlü geçilemeyen Adrian’ın Stella için adıysa “Bir Doksan” Ne daha fazla ne de daha kısa, onu bu noktaya sabitlemiş olması ikilinin ilişkileri açısından da bize ipuçları veriyor. Adrian’ın Stella’yı her gördüğünde hızlanan kalp atışlarını yazar hiçbir yerde yazmasa da çok net hissedebiliyoruz. Acaba Stella da onu görünce heyecanlanıyor mu? Yoksa bu bir gençlik romanı olmasının yanında tatlı bir aşk hikayesi mi? Detay vermeden kısaca belirtmeliyim ki değil; Karda Birdoksan sündürülmüş/kavuşamayan tatlı aşk hikayelerinden değil. Tam da bu yüzden merakım daha da artıyor. Hayatlarında dönüm noktası olacak olan şey, Stella’nın Üçölülü Ev’e gece vakti taşınan kiracılarla tanışmak için Adrian’ı ikna etmesi oluyor. Neden gece vakti taşınmışlar ve kim bu insanlar? Yazar burada merak ve heyecan dozunu öyle iyi ayarlamış ki sadece bilmemiz gerekeni oldukça kısıtlı da olsa doğru yerlere serpiştirmiş.
“Sonuçta sadece bir kez tuz ya da şeker ödünç istemenin her şeyi ama her şeyi yerle bir edebileceği,bir sekizinci sınıf öğrencisinin genel kültürüne dahil olmayabilirdi. Ancak Adrian sonradan düşündüğünde, Stella Maraun’un gözüne o saniyelerde bir buz kristali saplandığına yemin edebilirdi. Şüphesiz, Stella Maraun bunun farkında bile değildi ve o saniyeler, Adrian’ın hayatının sallanmaya başladığı anlardı aynı zamanda.”
O evde kimlerin yaşadığı bilgisini okuyucunun merakına bırakayım ama içinde ismi gibi korkutucu ögeler olmadığını da belirteyim. Sadece Stella’nın gözüne Andersen’in masalındaki gibi buz kristali kaçmasına sebep olan o gelişmeden sonra Adrian’ın hayatının hiç de eskisi gibi olmadığını bilmenizde fayda var.Kısacası bu hikayeyi bana sevdiren ne anlattığı olmadı,biraz ne anlatmadığı oldu. Satır aralarına gizlenmiş detaylar ve en önemlisi gittikçe uzayan bir gencin büyüme sürecinde yaşadığı hayal kırıklıkları ve sancıları birebir hissettiren çarpıcı bir dil sizi bekliyor.
“Kaldı ki, onunla görüşmeme durumu sahiden zor olurdu; çünkü Stella Adrianla karşılaşmamak için büyük çaba göstermek durumunda kalırdı. Evleri,tıpkı tek bir kalbi paylaşan siyam ikizleri gibibirlikte büyümüştü.Bu kalbin,terastaki eski salıncaktan hiçbir farkı yoktu; gıcırdayan bir kalp, öne ve arkaya doğru…Tıpkı atan bir kalp gibi, sürekli öne ve arkaya; evlerin ve içinde yaşayanların hayatta kalmasını sağlayan kalp atışları.”
Adrian’ı yaşadığı sıkıntılı durumlardan bir nebze olsun kurtaran 2 şey var; biri resim yapmak diğeri de onu arasıra yoklayan Misses Elderly. İkisi de çok tipik gençlik hikayesi yardımcı oyuncuları olsa da bu klişeyi bile sevdim.
“Yaşam durumlarında insanlar” konulu bir resim yarışmasına katılacak olsam nasıl bir portföy hazırlardım bilmiyorum ama sanırım ben de önce sokaktan başlardım. Hatta yazarın yerinde olsam okuyuculara minik bir sürpriz yapıp örnek bir resim de eklerdim, belki…
Bu hikayede beni rahatsız eden karakter, kalbini kendi oğlundan koruyan ANNE oldu.Oğlunun uzamasına öyle çok takıldı ki ona “ne olur bir sakin ol ve çocuğu rahat bırak” diyesim geldi 🙂
Ve kapanışı Adrian’ın en çok hayal kırıklığı yaşadığı an hissettikleriyle yapayım; güzel anlatım sizi de peşinde sürükler:
“Birileri gırtlağını sıkıyordu sanki, çok yüksekten üstüne ağır bir şey düşmüştü sanki, en soğuğun soğuğundan daha soğuktu sanki. En büyük korkusuydu; her yerden, her yerine vuruluyordu.Ölmek ve delirmekti, sınıfın önünde çırılçıplak ve upuzun durmaktı, acı verebilecek her şeydi, dünyanın en yüksek manzara platformundan aşağıya düşmekti, dört yüz yetmiş dört metre derinliğe; hayatının son saniyesiydi.”
Almancada Türkçe karşılık bulmakta zorlanılan ifadeler olduğunu biliyorum ve bu yüzden Almanca çeviriler okurken bazen çok havada kalmış ve ne dediği tam da anlaşılmayan metinlerle karşılaşabiliyoruz. Bu kitapta ise tam tersi bir durum var, özenli çeviri sade duruşuyla kendini belli ediyor. Kapak tasarımının orjinalinde çorap giymiş bir koca ayak var. Ben bu halini (on8 yayıncılığın tercih ettiği hali) daha çok sevdim ki zaten tasarım da Huban Korman’a aitmiş, buna şaşırmadım 🙂
* Kitap, Alman Gençlik Edebiyatı 2015 En İyi Roman Ödülü’nü kazanmış.
Karda Birdoksan
Schneeriese
Yazan: Susan Kreller
Çeviren: Aylin Gergin
on8, 2017, 226 sayfa
0 Yorum
Yorum gözükmüyor
Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!