Belirsizlik ve Değişim Günlükleri – 4

Mayıs-Haziran

Belirsizlik ve Değişim Günlükleri devam ediyor. Önceki yazılara buradan bakabilirsiniz. Korona sebebiyle evde kalmaya başladığımız günlerde 2 ayı geçirdik. 2 ay önceki halimle şimdiki halimin pek ilgisi yok. 2 ay önce daha fazla korku hissediyordum sanırım. Şimdi ise belirsizliğin yarattığı boğucu bir durum geldi çöreklendi üzerime. Chödran Abla belirsizliğin kötü bir şey olmadığından bahsederken onu çeşitli öğle aralarında aslında oldukça belirli bir zaman ve evrenden karşılıyordum.

Şöyle diyeyim, belirsizliğin ne anlama geldiği ile ilgili aslında fikrim yokken belirsizlik hakkında okumalar yapmak farazi bir eylemmiş. Sürecin ne zaman ve nasıl geçeceğini, bundan sonraki aylarda bizi nelerin beklediğini, dalgaların artarak mı gelip gelmeyeceğini, işe gitmeye devam ederken çocuklarla tam olarak ne yapacağımızı, etrafımızda ailelerden kimse yokken özlemenin ne burun sızlatan bir şey olduğunu, çocukları evde daha ne kadar akıl ve ruh sağlığımızı koruyarak eğleyebileceğimizi bilmiyoruz. Bu bilmeme haliyle nasıl başa çıkacağımızı da. Bir önceki yazımda evde yalnız kalmanın veya çocuklarla olmanın farkı kişiye göre değişir demiştim. Bu düşüncemi güncelliyorum. İnsan tek başınayken sadece kendinden sorumlu oluyor. Evde çoluk çocuk veya yaşlı birileri varsa yani sorumluluğunuz altında olan birileri daha varsa bu durumda işler net bir şekilde daha zorlaşıyor.

Tüm bunları bir iç döküş olarak yazıyorum. İçimde bir yerde Kızıl Ağacı gören Esra var ancak her zaman onu göremediğimi de yazmam önemli. Mesela karşı komşum börekçi Yasemin ile konuşunca içim açılıyor çünkü onlar hemen yan dükkanda pizza da yapmaya başlayacaklar ve bunun için gerekli tadilat tamiratı yapıyorlar. Ve bunu 1 yaşındaki oğullarıyla yapıyorlar. Bence bunun adı Umut.

Beni bu dönemde sıkan bir diğer konu da taşınıyor olmamız. Hoppala! diyen olduysa, şaşırmadım. Ben de aynı şeyi düşünmüş ve sesli olarak da söylemiştim. Ancak şartlar böyle gelişti ve neredeyse son 1 aydır toplanıyoruz. Bu dönemde toplanabilmek için marketlerden bulduğunuz kolileri “hijyenik” hale getirebilmek ne kadar zor, insan bir yerden sonra güneşin sıcağının çamaşır suyu ve sirkenin etkisine inanmaktan başka bir şey yapamıyor. Elden gelmiyor yani.

Sandviç Mi O?

Sandviç taktiği yapıp iç sıkıntılarımı araya mı sıkıştırsaydım diye düşündüm ama neyse ilk paragraftan sonra kaçanlar için yapabileceğim bir şey yok. Burası blogun blogu ya da şöyle diyelim, mutfak kısmı. Hani yazılar paylaşıyorum ve kitapları anlatıyorum ama neticede bir robot değilim. Gün içerisinde ve özellikle şu süreçte öyle çok duygu değişikliği yaşıyorum ki. Bayramlaşmanın olmamasına çok sevindim tedbir amaçlı olduğundan ancak diğer taraftan sevdiklerimi de çok özledim.

Bu bayram belki yine gidemeyecektik ama Adanada olma ihtimalimiz vardı ve ben annemin her bayram sabahı yaptığı pirinçli börekten yiyecektim. Annem yine “Bu böreği bilmeden yiyen herkes peynirli börek sanıyor.” diyecekti, ben de o sırada 5. böreğimi ağzıma tepiyor olacaktım. Genlerimiz (Selanik göçmenliği) böyle ne yapayım 🙂 Kısacası hem böreğe hem anneme ve kardeşime kavuşamamaya oldukça üzüldüm. Ancak diğer taraftan herkes olduğu yerde sağlıklı olsun gerisi boş demekten de duramıyorum.

Bu süreçte olan güzel şeylerden de bahsedeyim, hadi biraz neşelenelim.

  • Lokum’un bir sesi var artık. Bunu ayrıca yazmalıyım belki, ben yazana kadar podcast yayınlarını buradan dinleyebilirsiniz.
  • Kitapkoala’nın bloguna konuk yazar olarak katıldım. 
  • Edebiyathaberde basın bültenim yayımlandı.
  • Andersen ödülünü sevdiğim kitapların çizerinin almış olmasına ayrıca mutlu oldum. Burada biraz bahsettim.
  • Lokumdaki yazılarım için güzel şeyler yapmaya başladım. Burada olmayı hep sevdim. Yoksa bu kadar uykusuz kalmazdım sanırım 🙂
  • Annelik hakkında iki ileri bir geri ve bazen de tam tersi durumlar yaşasam da çocuklarla beraber vakit geçirebilmenin tadını çıkarabildiğim anlar için bir anı deposu oluşturdum. Yazmadım, çizmedim, dijital aygıtlarla kaydetmedim, kimseye anlatmadım; sadece anılar için yer açtım. İyi geldi.
  • İşe geri dönme konusunda heyecandan ziyade kaygı hissediyorum. Ne,nasıl olacak soruları kafamda dönüp duruyor ama muhtemelen birkaç hafta sonra bunları da çoktan unutmuş olacağım. Zira düşünmeme fırsat bırakmayacak kadar yoğun bir işte çalışıyorum.
  • Hayatımda ilk defa eve sarımsak ve kolonya aldım. Bunlara mutluluk sebepleri diyemem ama esnek davranmak hoşuma gitti. Bir de klorsuz yani kokusuz çamaşır suyu varmış, onunla tanıştım. Sadece sirke de bir yere kadar sanırım …
  • İnsan ilişkilerinde mesafeyi ve sınırları severim. Bu sebeple zorlandığım anlar olsa da bu süreçte beni esneten şeylerden biri de komşularımızla samimi diyalog halinde olmamız oldu. Sevgili Janet ve John, hiçbir okulda veya kursta kazanamadığım İngilizce pratiğini sayenizde bir yılda yapmış oldum. Bu satırlara denk gelme ihtimaliniz düşük olsa da, hayat bu…
  • Pandemi sürecinde sanırım şunu da yaşadık. Aslında ne kadar rahat ve konfor içinde yaşıyormuşuz! İstediğimiz zaman dışarı çıkıp bir kafede arkadaşımızla buluşup kahve içebilmek ve saçımızı kestirmek/boyatmak ne büyük lüksmüş.Geçen hafta komşum Janet’a gelen arkadaşı sayesinde ilk defa bir İngiliz kuaföre saçımı kestirdim ve boyattım ve sohbet sırasında John Boyne’dan da bahsettik. Bu ne entellektüellik! Ya da bu ne komedi mi demeliydim?

Hayatta denge ne kadar zor kuruluyormuş, taşları oluştururken fark ettim.

***

Haziran-Temmuz-Ağustos

Yukarıdaki yazıya başlayalı neredeyse 3 ay olmuş ve şimdi bu yazıyı okuduğumda bir an tereddütte kaldım; “Bunları ben mi yazmışım?” dedim. Sonra pirinçli börek detayına gelince duygulanıp yazıyı bıraktığımı anımsadım. Yoksa bu yazıyı benim yazdığıma birinin beni ikna etmesi zor olabilirdi. Bu tarz günlükler tutmak (sanal da olsa) güzelmiş. Durumu güncelleyecek hale geldiğime göre, ağustos ortasından seslenebilirim.

Öncelikle kimsenin burnunu dışarı çıkarmak istemediği o dönemde, haziran başında evimizi taşıdık. “Nasıl olacak?”lar içerisinde kaybolmuş ve çocuklarla yeni bir taşınmanın eşiğinde deyim yerindeyse kafayı yemek üzereyken, bir anda öyle bir rahatlık geldi ki, her şeyi koyverdik gitti. Aylardır içimizde sıkışan ne varsa taşınma günü (meteroloji kayıtlarından bakınız Fethiyede en yağmurlu gün eşittir bizim taşındığımız gün) yağmurla beraber aktı gitti. Bu süreçte aldığımız tüm tedbirler, taşınma kolilerini balkonda bekletip çamaşır suyuyla silmelerimiz de dahil, tepetaklak oldu. Eve bolca ustanın girip çıkması gerekti. Taşınma zaten başlı başına tüm eşyalarınızı başka insanların ellemesi anlamına da geldiğinden ve neyi ne kadar sileceğimizi bilemediğimizden elimizden geldiği kadarını yapabildik.

Taşınma Mı O?

Taşınmamızın hemen ardından iş yerimize tam zamanlı gelip gitmeye başladık. Öncesinde önümüzdeki her evrak, yaptığımız her işlem bir tehlike işaretiydi, muhatap olduğumuz kişilerden de korkuyorduk. Sonra “normalleşme” süreci başladı ve maske, siperlik, mesafe, kolonya vb tedbirlerle bu sürece de alıştık. Öğle araları mutlaka bir yerlere gidiyordum, bunu kestim. Kulaklığı takıp başka bir dünyaya ışınlanıp o 1 saati kitap-kahve eşliğinde geçirmeye başladım, olabildiğince 🙂

Yeni evimize beklediğimizden daha hızlı alıştık. Çok anlaşamadığımız komşularımız olsa da birçoğu ile güzel bir iletişim kurduk. Fethiyenin kozmopolit yapısını, beni İngilizce konuşmaya zorlamasını ve çocukların da buna adapte olmasını seviyorum. “Önce insan olmak” halini hissediyorum bazı komşularımızla ilişkimde. Birini anlatmasam olmaz, Kanada’da 32 yıl Fransızca öğretmenliği yapmış Beyrut asıllı bir çift var. Öyle sıcakkanlılar ki daha ilk günden hep çok yardımsever bir şekilde yaklaştılar ve galiba Kerem, Amir’i dedesi sanıyor 🙂 Herkesin sınırlarını bildiği, koruyabildiği ve mesafenin kurcalanmadığı samimi ilişkileri seviyorum. O yüzden de yabancı komşularımla biraz daha rahatım diyebilirim.

Bu süreçte yaşadığımız en güzel şeylerden biri, annemin geliş gidişi oldu. Çocuklar onun gelişiyle öyle mutlu oldular ki, gidişiyle de bir o kadar hüzünlendiler tabii. Elif, harflerin bir kısmını tanıyor olsa da heceleri birleştirmekte sorun yaşıyordu. (Ben kendi kendine okumayı da yazmayı da öğrenir diye düşünüyordum açıkçası 🙂 Emekli öğretmen annem bu işe de el attı ve Elif şu an okuma-yazma konusunda epey yol kat etti. Okullar açılabilecek mi? Eğitim nasıl olacak? Kimsenin bilmediği sorulara (işte bir belirsizlik daha!) cevap bulmaya çalışmadık.

Biz de kendi rotamızı çizelim istedik. Komşularımızdan biri (Elif ona, bize sevimli pastalar yapıp verdiği için Emekli Pastacı diyor) Elif’e kedili bir okuma kitabı almış. Elif de arkadaşını ve kardeşini aldı yanına bir heves ve gururla “Gelin size kitap okuyacağım!” dedi. Biraz okudu sonra zorlanınca sıkıldı ve resimlerden uydurdu, o da komikti.

Bu evde miniminnacık bir bahçe alanı var ve bahçede bizim kullanım alanımız olan küçük bir toprak alan da var. Çocuklarla burada vakit geçirmek eğlenceli oluyor. Özellikle sulama faaliyeti yapılmışsa saç diplerinden çamur temizliyoruz banyoda. Ebeveyn yolculuğuma çok şey katan, beni de çocukluğuma götüren anlardan biri.

Bu yazı gerçekten çok uzun oldu. Sebebi de bundan 2 ay önce yazdıklarımı gerçekten hiç hatırlamıyor oluşum. Son dönemde yaşadıklarımı özetleyecek olursam, ona da şöyle diyebilirim. Yeni aldığımız telefonum bozuldu, küçük bir tamirat geçirdi, düzelir gibi oldu ama baktık ki alakası bile yok. Zorlandığım konular olduğunu görünce ve instagram hesabımda da tıkanmalar yaşayınca (sistemsel olarak) hesabıma erişimimi dondurdum yani hesabı telefonumdan sildim. Ve sesler sustu. Rahatladım. (Şimdi öğle aram bitti, yine devam edeceğim.)

Saat şu an 00.43 ve çoktan 11 Ağustos olmuş bile. Bir ara sabahları kendiliğinden 6’da uyanan Esra’dan eser yok şu an, kendimi 7ye doğru yataktan zor kazıyorum. Vitamin desteği alıyorum. Herkes yanıyorken ben üşüyorum. (Bu bir klasik, yeni değil) Yazmayı ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Sanırım gerçekten sadece okumak ve yazmak istiyorum. Dinlemek ve konuşmak isteğimden pek emin değilim. Bir sonraki belirsizlik günlüğümde bu keşfimden belki daha detaylı bahsederim ama giriş yapacak olursam, instagram hesabımı telefonumdan kaldırdığımda boşluğa düşeceğimi sanmıştım. Boşluğa düşmek şöyle dursun öyle bir rahatladım ki telefonum düzeldiğinde bile geri dönüp dönmeme konusunda tereddüt yaşayacağımı anladım.

Çünkü asıl madde şu; birilerinin hayatı/paylaşımı veya benim paylaştıklarım hayatımı asıl doldurmasını istediğim şeyler değil ve işin ilginci takip ettiğim kişileri görmediğimde de onları merak etmiyorum. Arkadaşlık aracı olarak “instagram” takipleşmesi hali öyle anlamsız geldi ki. Kolay, pratik, ulaşılabilir olduğunu kabul ediyorum yani “ah eskiden birbirimize mektup yazardık” noktasında da değilim. Sadece bu kadar çok ve sürekli her şeyi görmek, bilmek, izlemek, maruz kalmak, tanık olmak istemiyormuşum. Kollektif hareketlere de bu yüzden katılamıyorum sanırım. Bir şeyin çok fazla kişi tarafından benzer metodlarla kutlanması veya paylaşılması beni o şey ne ise oradan uzaklaştırıyor ve benim için anlamsızlaştırıyor. Bu konu uzar gider, hadi burada bırakalım.

Bunların dışında bu sesleri susturma ihtiyacımı yaratan ve burada anlatamayacağım başka kişisel bir şey daha var ki şu an yaşadığım “tıkanıklık” halini hem yaratan hem de çözen şey olduğunu/olacağını hissediyorum. Kendimi ifade ediş şeklim değişti, “Ne kadar gizemlisin” demişti geçen gün sevdiğim bir arkadaşım ben kendimi anlatmaya çalışırken aslında anlatamadığımda. Mesele gizem değil aslında, belki sadece bir salyangoz kabuğu. Ankaradan Fethiyeye taşınmamızdan az önce tatlı (ve çok yetenekli) bir arkadaşım salyangoz hediye etmişti bana. Salyangozlar hakkında çok bilgim yok ancak kabuğunda yaşayan her canlıya ayrı bir saygı duyarım. (Alt metin: ben de kabuğumda yaşamayı severim? mi olacaktı burada)

Yine anlatacaklarım birikmiş ve ben bir sonraki günlük için bir dolu konu başlığı ile yatmaya gidiyorum. Saat tam 00.59. Bloga yazmak için heyecan duyduğum öyle güzel kitaplar oldu ki,birkaç tanesinin ismini bırakıp kaçıyorum yoksa sahiden sabah uyanmak için kurduğum 4 farklı alarmı da duyamadan rüya aleminde kalacağım.

Blogda bu yazıları bekleyin:

Ayna / Suzy Lee (Canım Meav ne iyi ettin de bastın bu kitapları)
Safi ve Ötekiler (Bu kitapla geç tanıştım, acısını çıkarmam lazım.)
Bir Kavanoz Mutluluk (Tam bir Elifle sohbet kitabı…Ancak yazacağım da umarım…)

Bu uzun günlüğün sonuna kadar okudunuz mu sahiden? Yoksa araları atlayıp “sonunu nereye bağlamış?” diye direk bu satırlara mı koştunuz? Benim için aradaki farkın önemi yok. Neticede yolunuz hangi sebeple olursa olsun buraya düşmüş. Geri dönüş yapmakta (özellikle şu sıralar) pek iyi olduğum söylenemez ancak bir şeyler yazarsanız keyifle okurum.
Okumayı severim, demiştim değil mi?

Ee, sizde ne var ne yok?

lokumcocuk

1 Yorum

  1. Avatar
    Züleyha Ağustos 11, 2020

    Sözcüklerinin yarattığı hissi, düşüncelerinin tınısını özlemişim. İnce, parlak kabuğundan öperim seni

    Cevapla

Yorum yapabilirsin

<