Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Barış Bıçakçı‘nın birkaç öykü kitabını okumuş ve (Seyrek Yağmur hariç) tarzını çok sevmiştim. Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabına da birkaç sene önce annemi yolcu ettiğimiz bir gece başlamış ve aklım onda olduğu için hikayenin devamında beni ne bekliyor bilemediğimden (sanırım lohusalık kafasındaydım) devam etmemiştim. Geçen hafta Fareler ve İnsanlar kitabını okuduktan sonra İnci ile mi devam etsem derken o ara mesajlaştığım Sevgili Özlem, Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabını hatırlatınca elim ona gitti. Bu ara yaptığım okumalarda bir farklılık hissediyorum. Bu yazıyı da kitaptan bahsetmek için değil kendi okuma deneyimimden bahsetmek ve altını çizdiğim (sonra da dönüp bakmak istediğim) satırları eklemek için yazıyorum.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Bazı dönemler etraf, sesler öyle yoğun olur ki veya odaklandığımız şey hiçbir zaman netlik kazanmaz. Fotoğraf çekerken netleyemediğimiz nesneler gibi gözümüzün önünde durduğunu bilir ancak ona ulaşamayız. Bazı okumalarımın böyle olduğunu ve hatta onlara bir perdenin ardından baktığımı son aylarda yaptığım daha net okumalarla kıyaslayınca fark ettim. Bunda telefonumdan oldukça uzak durmamın kitap okurken hele ki yakınımda hiçbir yere koymamamın ve zaten dışarıdayken telefonumun hiç çekmemesinin de payı var. Sosyal medya kısmını işin içine katmıyorum bile. Bu, kendiliğinden gelişen ve bir süre sonra olsa da kendimi bıraktığım durum bana bir çok açıdan iyi geldi diye yazmıştım.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabında özdeşleşme yaşadığım bir karakter, olay yok ve konusu işin aslı pek ilgimi de çekti diyemem ancak yazarın dili kullanımına hayran kalarak ve kısa sürede de olsa onu tüketmeyerek okudum. Bu, yeni bir alışkanlık benim için ve altını çizdiğim yerleri de bir öğle arası da olsa paylaşmak istiyorum. (İki öğle arası oldu)

Kitabın konusu, kısaca çocukluk arkadaşı olan Ender ve Çetin’in aynı kıza aşık olmaları ve bu üçgenin klasik anlamda bir ilişkiden bahsetmeyip varoluş sancıları çekmesi-çektirmesi, sorgulamalarına bizi de dahil etmesi ve bunu Neden ve Ne Zaman sorularıma cevap bulamadığım (iyi ki) bir kısa mektup-yazın üzerinden yapmış olması diye özetlenebilir.

Sevdiğim Alıntılar

“Tanıklarla, kanıtlarla, uygun adım yürümek için ikide bir ayak değiştirme imkanı veren gerçeklerle ne kadar üstümüze gelseler, boşuna! İnanmayız. “Geçen bir şey yok! diye bağırırız. “Her şey tam şimdi yaşanıyor.”

Bu, kitabın ilk sayfasında yer alan ve henüz ikinci paragrafta bulunan bir alıntıydı. “Her şey tam şimdi yaşanıyor.” kısmı beni öyle yerlere götürdü ki… Çocuklarla yaşadığım bir sıkıntıyı anneme anlattığımda beni sakinleştirmek için söylediği, “Geçecek! lafı geldi mesela öncelikle. Bir şeylerin değişeceğini, geçeceğini ve hiçbir şeyin (acı da dahil) o an’daki gibi kalmadığını biliriz ama bilmek yetmez. Tam şimdi yaşanan ne ise yaşanmasına izin verilmeli diye de düşünürüm bazen. Ve bunu yaşayan kişiye “Seni anlıyorum, bu acıtıyor/acıtır.” diyebilmek, empati kurabilmek…

“Ölümü korkunç bir şey olmaktan çıkarmaya, anlaşılır, kabul edilebilir bir şey olarak göstermeye mi çalışmalı?”
/ “Hareket etmezsen acı üzerinde birikir.”

Bu kitabın konusu pek de ilgimi çekmedi ve içinde kendimden bir şey bulamadım demiştim ama sonra aslında yüzeyde olduğu halde benim için derinlerde olan bir konuyu altını çizdiğim yerlere tekrar bakarken buldum. Babamı, 18. yaş günümden kısa bir süre sonra ani bir şekilde kaybettikten sonrası ilginç bir deneyimdi. Uzun yıllar süren inkar ve önemsememe (buraya belki acıdan kaçma savunması diyebiliriz.) hallerinde üzerimde biriken acının ancak gerçek anlamda hareket ettikçe bana yapışıp kalmadığını görebilmiştim. Ölüm konusu (neye nasıl inanırsanız inanın) bir kayıptan bahsettiği için anlaşılmaz, hüzünlü ve sarsıcıdır. Ancak yukarıdaki ifadede de yer alan kabul edilebilir bir şey kısmı insanı farklı bir noktaya götürüyor, çünkü en başından beri ölümlü olduğumuzu biliyoruz.

Minik Diyalog

Elifle geçen diyalogumuzda onu korkutmadan ama gerçeklerden de kaçınmayarak yapmaya çalıştım. Ki öyle savunmasız ve “normal” zamanlarda Elif bu tarz zor konularla gelir ki, bana düşünmek için fırsat kalmaz. Ama buna da alıştım. (Elif;6.5 yaş)

Elif: Siz de bir gün öleceksiniz.
Es: Evet, hepimiz bir gün öleceğiz.
Elif: Peki, çok yaşlı olmayanlar hasta olduklarında ölebilir mi?
Es: Hastalık çok şiddetliyse, ölebilir.
Elif: Hastalık çoksa, o zaman çocuklar hatta bebekler de ölebilir o zaman! (Burada gözler kocaman açılmış.)
Es: Evet olabilir. Ama bu çok görülen bir şey değil. Bizim şu an endişeleneceğimiz bir durum yok. Bir aradayız ve sağlıklı olabilmek için sağlıklı şeyler yiyip vitaminlerimizi alıyoruz.
Elif: (Beni yeterince sıkıştıramadığına kanaat getirmiş demek ki, vurucu etkiyi sona saklamış) Peki, Allah yaşlanmıyor ve hastalanmıyorsa, o ölebilir mi?
Es: …

“Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürürüz? Karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir?”

Burada resmen sesli düşünerek, hay bin kunduz, adam resmen lafı ağzımdan almış dedim! Bu, benim de merak ettiğim bir konu. Tamam hakkında yazılan bilimsel bilgiler, gerçekler vb var ama sahiden neden bir de rüya görürüz? Sizce?

“Bazen edebiyat, hayattan daha açıklayıcıdır.”

Bu cümleyi çok sevdim. Bazen yerine çoğu zaman da diyebiliriz gibi düşündüm hatta. Özellikle söz konusu olan çocuk edebiyatı ise, hayattan daha fazla şeyden bahsediyor. Açıklayıcı olmak belki amaçları arasında yok (iyi ki) fakat karşılaştığımız her konu ve soru(n) hakkında bir çocuk kitabı ile konu ve soru(n)a yaklaşmak bana daha iyi geliyor.

Bu kitabı bir kitap kulübü ile konuşabilmek isterdim. Bunun için oldukça uygun bir kitap olduğunu düşündüm. İki ana başlığa mutlaka dikkati çekerdim. Bir tanesi, “İlişkiler için gerçekten bir sınır var mı?” ve “Bütün sıkı ilişkiler bir azınlıktır çünkü.” ekseninde ilişkileri sorgulayacağımız kısım olurdu. Diğeri de hikayenin ortalarında yer alan “bizim büyük çaresizliğimiz” hakkındaki yorum olurdu. Onu özellikle yazmadım, okumak isteyenler için hikayenin tadı kaçsın istemem ancak bu çaresizliği okurun farklı yorumlarıyla dinlemek ilgimi çekerdi.

Ben de bu yazıyı okuyanlara sormak istedim; “Geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? Başka bir eylem yok mu, olamaz mı?” Bu soruya verilebilecek cevaplardan önce yazarın bizi sonraki sayfaya geçmeden önce durdurması (ve bunu sıklıkla yapması) hakkında ne düşündüğünüzü yazmanız da ne iyi olur.

Elimdeki kitabı hangi sene aldım tam hatırlamıyorum (2017 belki?) ama kapak görselini çok seviyorum. İletişim Yayınları Barış Bıçakçı’nın kitaplarını benzer bir desenle bakmak istemiş ancak bence eski halleri daha güzeldi, demeden geçmek istemedim.

“Hayatı mümkün olan en geniş haliyle yaşamak gerekir.” demiş Barış Bıçakçı, bu genişliğe bence en çok an’da kalmak yakışıyor. Pandemi süreci ile başladığım ve şimdiye kadar beş kez yazabildiğim günlüklerde bu konuya biraz daha değinmiştim. En geniş hal dediğimizde sizin aklınıza ne geliyor?

*Gece Treni’nde yer alan diğer kitaplara da göz atmak isteyebilirsiniz.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Yazan: Barış Bıçakçı
İletişim yayınları, 167 sayfa, yetişkin edebiyatı

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<