Sekoyana’nın Kapıları / Şiirsel Taş

Şiirsel Taş’ın Sekoyana’nın Kapıları kitabını Sevgili Latife hediye edene kadar varlığından haberdar değildim. Ve ilginç olan Herman Hesse‘nin Ağaçlar kitabından hemen sonra ve aslında birlikte bir okuma yapmış olmam oldu. Ve tam da o günlerde eve dönerken bir ağaç keşfettim. Yanındaki ağaçlardan neredeyse hiçbir farkı yoktu ancak bana seslenmesinin bir sebebi vardı: bana sarılmak… Ağaca sarıldığımda ilk hissettiğim şey, ne kadar “verici” bir enerjisinin olduğuydu. Şimdi düzenli olarak her akşam eve dönerken yolumu biraz uzatsa da ona uğramadan geçmiyorum. Kısacık bir sarılmadan sonra yoluma devam ediyorum. Ağaçlar konusunda bilgim olmadığı için ne ağacı olduğunu söylemem zor. Oldukça uzun ve kışın hiç yaprakları olmayan ve köklerinin sağlamlığını hissettiğim bir ağaç. Eskiden, yani işe arabayla gittiğimiz zamanlarda yolumuzun üzerinde orta kaldırımda duran bol yapraklı bir ağaç vardı, her sabah arabanın içinden de olsa onu selamlamak bana iyi gelirdi. Demek istediğim, doğa ve ağaçlar konusunda bilgi sahibi değilim ama kitaplar sayesinde ilgim arttı ve ben de onların seslerini duymaya başladım. Bir nevi şehir yaşamından çıkışın hikâyesi mi bu acaba?

Sekoyana ve Kapıları

Sekoyana ormandaki kulübesinde yalnız yaşayan ve yaşı ilerledikçe saçları yeşeren bir kadın. Annesi ve babası tarafından Sekoyana’nın yanına kısa bir süreliğine bırakılan çocuğun adını ise kitabın sonunda öğreniyoruz; başlangıçta henüz bir adı yok. Kulübenin, farklı manzaralara açılan tam dört kapısı var ve bu meraklı çocuğun bu kapılardan geçişine, ormanı keşfine ve doğanın dilini anlama hallerine tanıklık ediyoruz.

“Olabildiğince dokun. Ağaçların gövdelerine, yapraklarına, çalılara, taşa, toprağa dokun” Sekoyana’dan bu sözleri duyunca iş çıkışlarında sarıldığım ağaç geldi aklıma. Dokunmak, aramızda bir bağ kuruyor ve bu bağ bizi birbirimize bağlıyor.

Kim?

“Bir süreliğine başka bir canlı olarak yaşayabilseydin eğer, kim olmak isterdin?” Bu soruyu Sekoyana, doğadaki canlıları kastederek ve özellikle “kim” şeklinde soruyor. Ben salyangoz olmak isterdim. Yavaş ilerleyen ve keşfe açık biri…

Döngüsel Yaşam

“Doğada yaşam, bir noktadan başlayıp başka bir noktada biten bir çizgiye benzemez. Bir noktadan başlayıp yine kendine dönen bir çembere benzer. Doğrusal değil, döngüseldir. Yaşam da su gibi kendi yatağında, akacağı yönde akar; kimi zaman kurur, kimi zaman taşar ama eninde sonunda yine onun gibi kendine döner.”
Beni en çok etkileyen ifadelerden biri de bu paragraf oldu. Uzun zamandır doğadan kopuk, yüksek apartman dairelerinde yaşıyoruz. Ya da “yaşıyorum” diyerek düzelteyim. Bu döngü içerisinde aslında biz de varız ancak nedense ısrarla kendimizi doğadan uzaklaştırmaya ve doğadayken bile an’da olmak yerine an’ı sonradan hatırlamamıza yarayacak aletlerle o an’ı sabitlemeye çalışıyoruz. Bu çember içerisinde olduğumuzda ise günlük hayat koşturmacasında sıklıkla yakındığımız “Hayatımda bir şeyler eksik ama ne?” sorunsalından da çıkacağımızı ve biraz daha öz’e yaklaşacağımızı düşünüyorum.

“Yalnızca bir dağ, bir kurdun ulumasını tarafsızca dinleyecek kadar uzun yaşamıştır.” (Aldo Leopold)

Kitabın sonundaki çizimlerle hikâyenin bir adım daha devam etmesi ve aslında hikâyede pek de değinilmeyen bir yere ışık tutulması kısmı çok hoşuma gitti. “Aaa” dedim ve bu bir sırmış gibi elimi ağzıma götürerek hemen sustum. Çünkü bazen görmek için istemek gerekir…
Oğuz Demir’in çizimleri kitabın ruhuyla birebir örtüşmüş, uyum çok güzel yakalanmış.

“Bir süreliğine başka bir canlı olarak yaşayabilseydin eğer, kim olmak isterdin?” sorusuna sizin cevabınız ne olurdu?

* Bu kitaplar da ilginizi çekebilir:
Kayıp Kapının Anahtarı
Yıldız Kız / Yıldızlı Sevgi
– Hayalbazlar Geçidi
Molly, Pim ve Milyonlarca Yıldız
Dünyayı Döndüren Kız
Demir Adam / Demir Kadın

Sekoyana’nın Kapıları
Yazan: Şiirsel Taş
Resimleyen: Oğuz Demir
Doğan Egmont, 2017, 180 sayfa, 10+

lokumcocuk

0 Yorum

Yorum gözükmüyor

Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!

Yorum yapabilirsin

<