Oz Büyücüsü

L. Frank Baum’un Oz Büyücüsü isimli kitabını ilk okul zamanında okumuştum. O zaman Dorothy’nin ayakkabılarından büyülenmiştim. Sonra ara ara yeniden okudum ama en çok etkilendiğim okuma, geçen ay yaptığım son okuma oldu. Ve hemen bir hafta sonra da şu yazıda bahsettiğim, Çocuklarla Felsefe uygulamalarından birinde Oz Büyücüsünde benim de altını çizdiğim bir noktayı konuştuk/tartıştık daha doğrusu bu konuda felsefe yaptık. (Evet, havalı bir isim 🙂 )

Öncelikle kısaca kitabın konusundan bahsedeyim. Uçsuz bucaksız Kansas çayırlarının ortasında Henry Enişte ve Em Teyze ile birlikte yaşayan Dorothy’nin etrafında bu tekdüzeliği bozacak ne bir ağaç ne de bir ev var. Derken bir gün kasırga gelir ve evi kendi etrafında iki üç kez döndürdükten ve havalandırdıktan sonra köpeği Toto ile Dorothy’i ev ile beraber  uzak diyarlara gönderir. Dorothy’nin karşısına önce iyi kalpli Kuzey Cadısı çıkar ve ondan evinin, doğunun kötü cadısını öldürmüş olduğunu öğrenir.

Yeniden Kansas’a Em Teyzeye dönebilmesi için de Zümrüt Şehrine gidip Oz Büyücüsü‘nden yardım istemesi gerektiğini anlayınca yola düşer ve yolda bu maceraya sırayla Korkuluk, Teneke Adam, Aslan   katılır.

Korkuluk

“Dünyada korktuğum tek bir şey var.”
“Nedir o?” diye sordu Dorothy
“Yanan bir kibrit.”

Korkuluk’un istediği tek bir şey var, o da beyin. “İster karga ol ister insan, beyin bu dünyada sahip olmaya değen tek şey.”

Teneke Adam

Korkuluk’un beyin isteğine karşılık Teneke Adam (onun hikayesi hüzünlü ve güzel) Büyücü Oz’dan kalp isteyeceğini söyler. Bunu duyan Korkuluk, Ben kalp değil beyin istemeliyim; çünkü aptal biri kalbi olsa bile onunla ne yapacağını bilemez.” dediğinde Teneke Adam’ın verdiği cevap oldukça anlamlı; Ben kalp almalıyım…çünkü beyin insanı mutlu etmez, oysa mutluluk dünyadaki en güzel şeydir.” dedikten sonra ben de uzun süre bu kısmı düşünmüştüm. Önemli olan hangisi beyin mi yoksa kalp mi? Buna felsefe uygulamalarında “iyi düşünmek” mi yoksa “mutluluk” mu önemli ayrımından bakmıştık. Buradan elbette ki “Mutluluk nedir?” , “İnsanları ne mutlu eder?” ve “Mutluluğun değeri nedir?” sorularına da selam vermiş olduk. ( Bu konuda, Uçanbalık yayınlarından çıkan Bir Kavanoz Mutluluk kitabına da yer vereceğimi belirtmiş olayım.)

Felsefi Sorgulama

Oz Büyücüsü hakkında bir yazı yazmama sebep olan nokta tam olarak burası. Bu tartışmanın tek bir doğrusu olduğuna inandığımdan ve(ya) savunduğum şeyi yazmak istemekten ziyade bir sorgulamayı (belki sesli düşünmeyi yazıya dökme diyebiliriz) paylaşmak istedim. Korkuluk, beyni olmadığı için yanlış kararlar verdiğini hatta bazen biraz da aptal olduğunu düşünüyor. (Düşünmek de burada havada kaldı gerçi, beyni olmadığına inanan biri düşünebilir mi? Haydi bakalım, başka bir çıkmaz) Ancak yeri geldiğinde oldukça iyi kararlar da verebiliyor. Bu durumda, beyne sahip olmak yerine inancını ters yönde değiştirse ve bu şekilde ilerlese yine de kötü seçimler yapamaz mı? (Batmaya devam ediyorum, farkındayım.)

“Düşünce gücü” kısmına dayanmıyor aslında sadece bir selam vermiş oluyorum. Beyni olup olmadığının farkında olmayıp iyi/kötü kararlar alabilen kişi (ortalama insan diyelim) için bu durumda beyin, öncelikli bir yere sahip mi mesela?

“Beyin insanı mutlu etmez.” cümlesi  “bilmek, mutsuz eder.” savını mı destekler? Hem iyi düşünüp (akıllı kararlar vermek anlamında) hem de mutluluk hissedemez miyiz?

Oradan daha derinlere geçiyorum, hazır mısınız? “Mutluluk nedir?” demeyeceğim de şunu soracağım, “Mutlu hissetmenin neden bu kadar peşindeyiz?” ve soruyu tersten soralım, “Mutlu hissetmediğimizde -tam tersini barındırmıyor yani mutsuz da hissetmiyorsak- neden bunu değiştirmek için çaba sarf ediyoruz? Ben bu sularda yüzerken Ediz Hoca’nın tam da bu soru üzerinden sınıfı (arkadaşlara da selam vermiş olayım, bu yazıya denk gelirlerse) felsefi sorgulamaya çekmesi beni sevindirdi ve şaşırttı. Şaşırtan kısım Oz Büyücüsü kitabının ve sorgulamanın 6-7 yaş grubuyla gayet de iyi (verimli) bir şekilde uygulandığını öğrenmek oldu.

Dorothy’nin evini tanıdınız mı? *Canım Kumkurdu Merve’ye sevgilerimle…

Benim Aklımdaki

Ben, sorgulama kısmında da -kolaycılık bu evet- her ikisi için de bir şeyler söylemiştim ama sonunda birini seçmem gerekirse bunun beyin olduğunu belirttim. Duygusal yapımla tezat bir seçim olmuş oldu ama Teneke Adam’ın “mutluluk, bu dünyadaki en güzel şeydir.” savına katılmıyorum. Bunda geçen sene okuduğum İletişim Yayınları’ndan çıkan Mutsuz Olmak adlı kitap ve yine geçen ay okuduğum Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk kitaplarının yarattığı sorgulamanın da etkisi olduğu söylenebilir. Ancak günümüz dünyasının “Mutlu Olmak İçin 10 Adım” gibi başlıklara sahip “mutlu olmanız lazım” dayatmalarına anlam veremiyorum.

Demek istediğim, mutsuzluğa övgü de değil. Mutluluk veya mutsuzluk gibi geçici duygu durumlarına tutunmak, onları hayat amacı görmek kısmında duraksıyorum. Son yıllarda öyle bir algı oluşturuldu ki, “devamlı” mutluluk hali olması gerekiyor ve bu, hayat amacı olmalı. Yakın zamanda bunu reddeden paylaşımlar da gördük. Çünkü “mutluluk” tanımının içini ne ile doldurduğunuz veya boşalttığınız da önemli.

Mutluluk / Selma

Selma’dan şurada kısaca bahsetmiştim. Çok sevdiğim bir kitap. Neden? Çünkü sade ve yalın bir anlatımla sizi saklandığınız veya tam tersi Mersin’deki Kızkalesi kıyısı gibi (en son çocukken gitmiştim) kalabalık bir sahilden alıp bambaşka bir denize götürüyor. Burası okyanus da olabilir bir iç deniz de. Önemli olan size ‘işte bu kadar basit, gerçekten’ diye fısıldayabilmiş olması.

Lafı uzattığımın ve geriye dönüp baktığımda ‘Ne yazmışım yahu, insanlar bunu sahiden okudu mu acaba?’ diyeceğim bir noktadayım ama çoktan anladığımız üzere, derdim Oz’dan biraz derinlerde bir yerde. Bu arada Oz Büyücüsü’nü arayacak olsam ve ondan tek bir dilek hakkım olsa ondan yine kitaplarla ilgili bir şey dilerdim. “Sevgili Oz, benim şu yıllardır hayalini kurduğum kütüphaneyi beraber kurmaya ne dersin?” 🙂

Korkak Aslan

Aslan ve cesaret konusunda da söylemek istediğim çok şey var ama kısaca; “Gerçek cesaret korkmana rağmen tehlikeye göğüs gerebilmektir.” diyeyim. Kurbağa ve Murbağa’da geçen “cesaret”ten de bahsedecektim ama onu buraya sıkıştırmak istemedim.

Birçok yönüyle bu kitabı çocukların okumasını önemli buluyorum ve aslında bu da yetmez, bence bu kitap hakkında çocuklarla sohbet yapılabilecek bir ortam da oluşturulması çok iyi olur. Bu sene ne ilginçtir ki, “Klasik okumayı sevmiyorum, o yüzden de şuraya bir madde ekleyeyim.” demiştim. (12. madde) Ancak sene sonundaki genel paylaşımda da daha net görüleceği üzere bu sene en çok klasik eser okuduğum ve bunu oldukça severek yaptığım bir yıl oldu.

Arkadaşlık ve Macera

“Bu kitap ne hakkında?” diye sorsalar aklıma gelecek ilk yanıtlardan biri “Arkadaşlık” olur sanırım. Birbirine destek olan ve birbirlerini hiçbir şartta yalnız bırakmayan arkadaşlık hikayelerini çok seviyorum.

“Yeterince yürürsek, dedi Dorothy; eminim bir yere varırız.”

Arkadaşlık ve macera denilince işin içine ‘yolda olma hali’ girince aklıma şu kitaplar geldi; Dev Şeftali, Yarından Sonra, Balık, Dünyayı Döndüren Kız, Var mısın yok musun, Üç Çocuk Bir Öğretmen ve Unutulmaz Bir Gün, Küçük Koşucular, Kayıp Kapının Anahtarı, Son Yelkovan, Aslan Firarda,

Ev Gibisi Yok Mu Sahiden?

Dorothy, kurak ve gri Kansas’a dönmek isteme sebebini ‘İnsanın evi gibisi yoktur.’ sözleriyle açıklamış olsa da benim de aklıma hikaye boyunca ‘Burası güzel işte, neden burada yaşamıyorsun da illa dönmek istiyorsun?” sorusu gelmişti.

Kitabın Adı Neden Oz Büyücüsü?

Oz Büyücüsü sahiden de bu hikaye için önemli bir karakter ve hakkında pek az şey yazmış olsam da üzerinde durulması gereken bir karakter. Peki, kitabın adı neden ‘Dorothy’ değil? Kulağa oldukça sıradan gelen bu isme karşılık içinde bir büyücü geçen bu çağrı daha ilgi çekici görünüyor sanırım. Sizin aklınıza başka hangi sebepler geliyor?

“Uzağımızdaki her şey biraz olağanüstüdür.”

Bu cümleyi Bizim Büyük Çaresizliğimiz kitabından not etmiştim. Okurken de aklıma Dorothy gelmişti. Barış Bıçakçı eminim bu tarz bir şeyi düşünerek yazmamıştı ama uzaktaki her şeyin biraz olağanüstü görünmesi hali/fikri/cazibesi büyü gibi değil midir? Yakınlaşınca da büyü -çoğunlukla- bozulur.

Sanırım blogdaki en uzun yazılarımdan biri oldu sevgili Oz Büyücüsü ve yazarken duyduğum keyif ve hazzı hep hatırlayacağım.
Teşekkürler Zümrüt Şehri!

*1939 yılında çekilen Oz Büyücüsü filmi ile ilgili ilginç bilgilere de buradan ulaşabilirsiniz. Yeşil makyaj kısmı üzücüymüş gerçekten.

Oz Büyücüsü
Yazan: L.Frank Baum
Çeviren: Volkan Yalçıntoklu
İş Bankası Yayınları, 135 sayfa, 10+

lokumcocuk

1 Yorum

  1. Avatar
    Sevcan Eylül 30, 2020

    Korkuluğun mutluluk arayışını kesintisiz mutluluk peşinde olmak olarak görmemiştim ben. Neden? Çünkü kalbi yok. Korkuluk kalbi olmadığı için hissedemiyor diye okumuştum durumunu. Mutluluğun ne olduğunu bilmiyor, daha önce hiç mutluluk hissetmemiş. Oz büyücüsünü okuyalı epey oldu, onun aslında mutlu olduğunu işaret eden anlar var mıydı? Ya da başka bir duyguyu yaşadığı anlar? Var(dıy)sa bile “yokluk”a odaklanarak, olmayana özlemle yola çıktıkları ve baktıklarını o kısıtlı pencereden gördükleri için basitçe fark etmiyor gibiler. Mutluluklarını, cesaretlerini ya da zekalarını… Kitabı çok yüzeysel hatırladığımı fark ettim ve görüşlerimin baya baya varsayımsal alana kaymış gibi geldi. Ama en başa dönecek olursam korkuluk kalbi olmadığı için mutluluğu tanımıyor, bir kalbe sahip olup o sıcaklığı hissettiğinde önüne çıkan mutluluk anlarını dünyada en hakkıyla yaşayan kişi olacak.

    Cevapla

Yorum yapabilirsin

<