Farklı
Andre ve Melanie Winter çiftinin tam 263 günün sonunda 11 Ekimde oğulları Felix dünyaya gelir. Felix, adı gibi mutlu bir çocuktur. (acaba?) Her şey tam da onların (özellikle de Melanie’nin) planladığı gibi gider ama sadece 11 yıl.
12. yaş dönümünde ise Felix biraz tiraji komik bir kaza yaşar (bu detay da önemli bence) ve yine tam 263 gün komada kalır. (hepsi asal sayılar, bu çok hoşuma gitti)
Uyandığında ise “Felix” gitmiş yerine “Farklı” gelmiştir.
Kitabı büyük bir heyecanla okudum, devamlı tahminler yürüttüm ve neredeyse her satırda diğer satırları merak ettim.
Felix’in kazayı yaşadığı gün eve hasta olduğu bahanesiyle gelmek istediğini öğreniriz öğretmeni Sabine Rücker- Neufeldden ancak yolu neden uzatarak eve gitmeye çalıştığı ıse tam bir bilmece.
“Farklı”, bakıcısı Gerry Brückhausen gibi zaman zaman beni de korkuttu, gri bakışlarını resmen üzerimde hissettim. (Kitaba kendini fazla kaptırmak gibi bir şey var kesinlikle) Farklı’nın
neredeyse her şeye ilgi göstermesi ve hiçbir şey onu yıldıramazmış gibi davranması ise Felix’ten ayrıldığı noktalardı. Bir çocuktan iki ayrı kişinin çıkması (belki doğması) ve onların dantel gibi işlenmesi, yazarın başarısı.Kitabın konusu kısaca, kazadan önceki Felix ile kazadan sonraki Farklı’nın yaşadığı bir olayın yazarın müthiş kurgusu ile okuyucu tarafından çözümlenmesi diyebilirim.
“Bir olay”ın ne olduğunu ipuçlarını takip ederek kitap bitmeden anlayabiliyoruz. Ama asıl sorun “ne olduğunu” anlamak değil ki.
“Okuyucu tarafından çözümlenmesi” dediysem kitap interaktif tiyatro oyunu gibi dedektiflik yaptırmıyor ama okurken parçaları birleştirmeye zaten bayılıyorsunuz 🙂
Kitapta sevdiğim detaylardan biri de iç sesler oldu. Riko ve Oskar serisinde de çok hoşuma gitmişti.
En sevdiğim karakter kesinlikle yaşlı amca Eckhard Stack oldu. “Felix” ve “Farklı”nın ayrımını hissettiği bölümler ayrıca çok güzeldi. (tavuğa da bayıldım)
Yalnızca Türk aile yapısında var olduğunu düşündüğüm baskıcı anne babalar Alman Edebiyatında da sıklıkla karşıma çıkıyor. Nöstlingerde de bunu hissetmiştim Steinhöfelde de bu his devam etti. “His” demem bile yanlış oldu, bunu oldukça açık bir şekilde göstermiş her iki yazar da.
“Çocukların daima, bizim onları gördüğümüz gibi olmaları beklenir. Oysa sonra hep, bizim onları şekillendirdiğimiz gibi olurlar.” ve hatta şu alıntı çok şey anlatıyor:
“Annenin ilk tepkisi kaygı olur, bunu kızgınlık izler. Kadın sızlanır ve yargılar, kadın suçlar, son olarak da yasaklar koyar. Bunun bir nedeni çocuk için duyulan derin ve samimi endişedir.
Babanın ilk tepkisi korku olur, bunu gizli bir sevinç izler. Adam şikayet etmez, suçlamada bulunmaz, sakinliğini korur ama alkış da tutmaz. Bunun bir nedeni çocuk için duyulan derin ve samimi endişedir…ve bu tutumu, kalkmanın ancak düşerek öğrenilebileceği bilgisinden beslenir.”
Kitapta çok etkileyici bir yan hikaye var, gece yarısından daha karanlık Denizkızı Çukurunda yaşayan denizciler tarafından öldürülen çocuğunun yasını tutan denizkızının siyah çekim gücü. Hikayenin düğümünün burada atılması ve çözülmesi ile çok güzeldi.
“Belki de korku yalnızca bir perspektif meselesiydi.”
Kitapta yer alan en vurucu nokta “suç-vicdan” ikileminde geçti. Kitabın bu konu başlığını çok iyi işlediğini düşünüyorum. (Suç ve Ceza’daki Raskolnikov geldi aklıma) Denizkızının çocuğunun başına gelen bölümlerde ise kanım dondu diyebilirim, neyse ki sadece birkaç satırdı.
Kitabı tanımlamam gerekse tek kelimeyle; CESUR derdim. İşlediği konu sebebiyle.
Andreas Steinhöfel
Yazarın zekasına, kurgunun işlenişine, karakter tahlillerine hayran kaldım. Steinhöfel kesinlikle “En sevdiğim ve ne yazsa okurum” listesinde ilk 5’te 🙂
“Motivasyon eksikliği yüzyıllardan beri öğrenciler arasında yaygın görülen bir enfeksiyon hastalığıydı.” (sanırım benden bahsediyor 🙂
Kitabı Nisse ve Ben karakterleri dahilinde düşündüğümde, okuldaki zorbalığın boyutlarını derinleştirmesi açısından kitabı -yine- çok değerli bulduğumu söylemem gerek.
Yaklaşık 5 yıldır çoğunlukla çocuk kitapları okuyorum ve güzel, nitelikli eserleri bulduğumda çok seviniyorum.Ancak özgün eserler bulmak o kadar da kolay değil. Steinhöfel bence yepyeni bir akımın temsilcisi. Bu akıma bir isim verecek olsam, “kahve tadında” derdim. Öyle lezzetli ve öyle doyurucu. Bu kitapta da yazar geleneği bozmamış ve kitabın sonunu uzattıkça uzatmış. Hani bazen bir hikayeyi severek okursunuz ve hikaye “şıp” diye bitiverir; Steinhöfel ve Nöstlingerde ben buna rastlamadım. Kahvenin dibindeki telveyi de hikayeye katmışlar 🙂
Bize bu kitabı anadilde okuyormuşuz hissiyle okutan (hatta yaşatan) çevirmen Suzan Geridönmez’e ve kitabın nitelikli baskısı için Tudem’e teşekkürler.
Harika iki alıntı ile bu kitap yorumumu bitiriyorum, keşke imkan olsa hislerimi daha çok anlatabilsem…
“Ona ilişkin anıları, yüreğinin içindeki yürekti ve bu yürek fındık rengi çarpıyordu.”
Farklı
Özgün adı: Anders
Yazan: Andreas Steinhöfel
Çeviren: Suzan Geridönmez
Yaş Grubu: 13+
TUDEM, 2016, 224 sayfa, sert kapak
*Lokum Çocuk Kütüphanesi instagram hesabındaki başka pek çok kitap da ilginizi çekebilir.
0 Yorum
Yorum gözükmüyor
Şu anda yorum yok, bu yazı için ilk yorumu sen yapabilirsin!